Savaşın hüküm sürdüğü Dünya’da huzurlu bir şekilde yaşayabilen sınırlı ailelerden biriydi John ve ailesi.Yıllardır bitmek bilmeye bu savaşlardan sonra hükümetler düşmüş ve Dünya anarşi sistemine geçmişti.John ve ailesi zaten insanlıktan ve şehirden uzak bir yerde yaşıyorlardı.Bu olaylar olmadan birkaç gün önce de taşınmak için harekete geçmişlerdi.Neyse ki onlar daha taşınamadan savaş başlamış böylece büyük yıkımdan kurtulabilmişlerdi.Aradan beş yıl geçmesine rağmen John’un babası Albert asla ve asla John’un oluşturdukları sınırları bir adım dahi geçmesine izin vermiyordu.John hep dışarıyı merak etse de bir türlü dışarı çıkmayı cesaret edememişti.Sınırı beşer metre aralıklarla yerleştirilmiş korkuluklar oluşturuyordu.Bu şekilde hiçbiri sınırı yanlışlıkla geçmiyordu.John her sabah babasıyla tavşan avlamaya çıkar ve çoğu gün de eli boş dönerlerdi.Kocaman bir meyve-sebze bahçeleri vardı.Her türlü şey yetişiyordu orada.Öğlen yemeklerinde genellikle bir tavşanı bölüşüyorlar yanında da sebze yiyorlardı.Akşama doğru da öğlen yediklerinin aynısını yerler ve en son da meyve yiyip yatağa geçerlerdi.Her akşam yatmadan önce babası ona türlü türlü korku hikayeleri anlatırdı.John’un en korktuğu hikaye “Uzaktaki Canavar”dı.Her gece o hikaye yüzünden terli bir şekilde uyur fakat hikayenin gerçekçiliği beraberinde getirdiği büyüleyiciliği yüzünden dinlemeden de duramazdı.Bir gece vakti evlerinin camından gelen sesle uyandılar.Böyle şeylere asla alışık olmayan John çok korkmuştu.Babası tüfeğini kaptığı gibi kapıyı açtı ve karşısında gördüğü manzara karşısında annesi John’u alıp içeri götürmek zorunda kaldı.Çenesi kopmuş bir adam son nefesiyle eve gelmişti.Hemen adama yardım etmeye çalışan Albert adamın yoğun yaraları sebebiyle başarılı olamadı.Ertesi gün adamı bahçelerinde uzak bir köşeye gömdüler ve kimse bir daha da bu olaydan bahsetmedi.Birkaç gün sonra John’un annesi Skyler uzakta minik bir nokta şeklinde bir şey gördüğünü söylemeye başladı.Travmadan olduğunu düşünen John annesine olabildiğince destek oluyordu fakat babası çok endişeliydi ve ne olduğunu biliyora benziyordu.Bir gün annesi uyumuşken Albert John’a önemli bir şey konuşacağını söyleyerek içeriye çağırdı.
-Beni iyi dinle,annenin gördüğü şeyi yıllar önce benim kız kardeşim de gördüğünü söylüyordu.Hiçbirimiz ona inanmamıştık fakat her gün daha da yakına geldiğini söylemeye devam etti.En son bir gece yanıma gelip,o şeyin camının önünde olduğunu ve korktuğunu bu yüzden yanımda yatmak istediğini söyledi.Uykulu halimle onu başımdan savdım fakat sabah onu yerde kan revan içinde bulduk.Muhtemelen o gördüğümüz adamın başına da aynı şey geldi ve şimdi de annen yaşıyor.Biz o şeyi göremeyiz fakat annen tam olarak nerede durduğunu söylerse belki gidip onunla savaşabilirim.Sen de bu sırada burada kalıp annene bakmalısın.
Söylenen şeyler karşısında dehşete düşmüştü John.Böyle bir şey nasıl olurdu da gerçek olurdu?Görülemeyen bir şeyle nasıl savaşacaktı babası?Bunları düşünürken uyuya kaldı.Sabah babası çoktan yola çıkmıştı bile.Geceye doğru annesinin o şeyi gördüğü tepede olacaktı.Bütün gün telaşla beklediler ve camdan onu izlediler.Gece olunca birkaç el ateş sesi duyuldu ardından da bir bağrış.Tüylerini diken diken eden bu bağrışın sonunda babasını sonsuza kadar kaybettiğini anladı.Ertesi gün annesi normal davranmaya başlamıştı ve artık o yaratığı görmediğini söylüyordu.Babasının ve teyzesinin canını alan bu yaratığı bulmaya ve yok etmeye ant içmişti John.O günden sonra da her gece elinde silahla onu bekledi…