O yıl yaz tatili için her zamankinden daha heyecanlıydım. Çünkü okulumuzun düzenlediği bilgi yarışmasını ben ve iki arkadaşım kazanmış, ödül olarak da İngiltere’nin küçük kasabalarından biri olan Polperro adında şirin bir kasabada bir ailenin yanında iki hafta kalacağımızı öğrenmiştik. Bu, ben ve arkadaşlarım Kerem ve Miray için inanılmaz bir haberdi. Ailelerimiz de yeni yerler göreceğimiz için bizler kadar heyecanlanmıştı. İngiltere’ye gideceğimiz o gün gelip havaalanında Kerem ve Miray’ı görmek gerginliğimi biraz olsun almıştı. Ailelerimizle de vedalaşıp uçakta yerlerimize oturduğumuzda ise muhteşem yolculuğumuz başlamıştı…
İngiltere’ye vardığımızda resmen farklı bir dünyanın içine düşmüştük. Biraz bekledikten sonra okulumuzun anlaştığı turist acentesinden gelen bir kişi, isimlerimizi söyledikten sonra onun peşinden gelmemizi istedi. Ve işte o zaman bu hiç bilmediğimiz dünyanın içinde yola koyulmuştuk. Yolculuk boyunca dışarıya bakmaktan kendimizi alamamış, İngiltere’nin kalabalık şehir hayatının içinde kaybolmuştuk. Sonunda kalacağımız kasabaya girdiğimizi alabildiğine uzanan çayırlardan, uçan kuşlardan, kırlarda oynayan çocuklardan anlamıştık. Öyle güzeldi ki… gözlerimizi kasabadan alamıyorduk ta ki Miray’ın gösterdiği tertemiz cam gibi olan göle bakana kadar. Kasabanın ortasında bulunan göl bir doğa masalından fırlamışçasına bize bakıyor gerçekliğini sorgulamamıza neden oluyordu. Kendi aramızda bu güzel masal diyarını konuşurken arabamız tatlı mı tatlı bir evin önünde durmuştu. Kapıyı iki hafta boyunca yanlarında kalacağımız Elizabeth ve George açmıştı, onlarla tanışıp kendimizi tanıttıktan sonra kalacağımız yerleri gösterdiler.
Sonraki birkaç gün Elizabeth ve George ile iyice tanışıp kaynaşmakla geçtikten sonra Polperro’yu gezmeye başladık. Kasabanın önemli yerlerini bize tanıtan Elizabeth’in akşama doğru bir işi çıkınca istersek biraz daha dolaşabileceğimizi, yorulunca da eve gidebileceğimizi söyledi. Tabi ki bu konuşmadan sonra aklımıza ilk gelen yer ilk gün gördüğümüz cama benzeyen göl olmuştu. Yürüyerek göle gitmiş, gölün etrafındaki ormanda dolaşmaya başlamıştık. Ta ki Kerem’in gözü çalılar ve sarmaşıklardan dolayı neredeyse görünmeyecek bir hale gelmiş olan o harabe evi görene kadar. Üstelik evin kapısında girilmez yazması bizi meraklandırmaya yetmişti. Evin içinde neler olduğunu çok merak eden Kerem içine girmek istiyor, Miray ise içinde ne olduğunu bilmediğimiz için tehlikeli olabileceğini söylüyordu ben ise ne yapmamız gerektiğini kestiremiyordum .Birkaç gün boyunca bu konu hiç aklımızdan çıkmamış sonunda Kerem’in ısrarıyla en azından kasabadan ayrılmadan önce son bir kez bakabileceğimiz kararına varmıştık. Harabe eve vardığımızda sarmaşıkların altından içeriye görmeye çalışıyorduk işte her şey o an olmuştu önümdeki taşa takılıp “Girilmez!” yazan kapıyı ardına kadar açmış bulunmuştum. Hepimiz nefeslerimizi tutmuştuk. Etrafımıza baktığımızda ise olağandışı hiçbir şey görememek bizi şaşırtmıştı. Sadece tahtalardan oluşan harabe bir evdi burası.
Olayı Elizabeth ve George’a anlattığımızda ise çok gülmüşlerdi, bize birkaç hafta önce belediyenin o evin tehlikeli olduğunu fark etmesi üzerine girilmez yazan bir tabela astıklarını ve olayın bundan ibaret olduğunu söylediklerinde çok şaşırmıştık. Böylece olayların altında şüphe aramak yerine bazen sade bir şekilde düşünmemiz gerektiğini de anlamış olduk. O yaz Polperro kasabasında harika günler geçirmiş, Elizabeth ve George ile haberleşmek üzere ayrılmış, ailemize anlatacağımız bir çok anı biriktirerek ülkemize dönmüştük.