Bu yolculuğa çıkmadan önce küçümsenemeyecek kadar rahatsızlık duyduğum ve beni tedirgin eden birkaç durum vardı. Ben kafamın içerisinde “Acaba havaalanında işlemlerimi tamamlarken bir sıkıntı yaşayacak mıyım?”, “Londra Heathrow Havaalanı’ndan Cambridge’e geçerken telaşlanmamı gerektirecek bir şey olacak mı?”, “Misafir olacağım aile misafirperverlik ve hijyen açısından nasıl olacak?” sorularıyla cebelleşirken sonunda büyük gün geldi ve çattı. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadan kendimi havaalanında buldum. Pasaport ve vize işlemlerimi hallettikten sonra heyecanım giderek artarken artık resmi olarak İngiltere’ye ayak basmıştım. Sırada kafamda büyük bir kaygıyla iç sesim tarafından yankılar eşliğinde sayıklanan sorulardan biri olan transfer işlemi vardı. Transferim için ayarlanmış olan görevliyle tanışınca sahip olduğum kaygıların yavaş yavaş yerini meraka bıraktığını hissetmeye başlamıştım. Yaklaşık iki saat süren ve kafamda dönüp duran kaygılar yüzünden bana iki gündür yoldaymışım gibi hissettiren transfer yolculuğumun da sonuna geldiğimde EF Cambridge kampüsünün önünde transfer görevlisinin de yönlendirmesiyle beni misafir olarak kalacağım eve götürecek taksi için beklemeye başlamıştım. Bindiğim taksinin içinde kalacağım eve doğru yaklaşırken heyecanımın doruklarına doğru yükselmeye başlayan iç sesimin kelimeleri kulaklarımda çınlıyor gibiydi. Sonunda eve vardığımda pencereden bakan bir çift meraklı göz ve gelen taksiyi görür görmez kapıya koşan coşkulu bir ses karşıladı beni. Üstelik evleri de EF misafirlerine ayırdıkları odaları da gayet büyük, güzel ve en önemlisi de oldukça hijyenikti. Yemekler konusunda ise Pakistanlı veya Hint ailelere denk gelen arkadaşlarımdan sık sık duyduğum sorunların hiçbirini yaşamadım.
EF’in Cambridge’te bulunan okulunun öğretmenleri tarafından belirlenen seviyelerimize uygun olarak bir araya getirildiğimiz gramer sınıflarımız ve seviyelerimiz dikkate alınmadan sosyalleşmemiz için farklı milletlerden insanlarla bir araya konulduğumuz aktivite gruplarımız vardı. Özellikle bu aktivite gruplarında her gün Cambridge’te bulunan görülmeye değer başka bir yere gidiyorduk. Cambridge çok küçük bir şehir olmasına rağmen kültürel anlamda her gün farklı bir yeri görmemize imkan sağlayacak kadar dolu bir şehirdi. Bu da genellikle kültür ve tarih gezilerini seven yapım için ne kadar doğru bir şehir seçtiğimin göstergesiydi.
Genel olarak yazın en sıcak zamanları olmasına rağmen sürekli yağmurlu olan bu şehir, tam ortasından geçen nehrin üstünde demir çubuklarla bir kayığı sürerek aynı anda kayıktaki turistlere şehir hakkında bilgi veren üniversite öğrencileri ile mükemmel bir ahenk ve uyum yakalamıştı.
Aynı zamanda 20.000 civarı öğrenciyi barındıran bu üniversite şehri sahip olduğu müzeler ve tarihi yapılarıyla göz doldururken bir kere bile zor olsa dahi burada okuma hayalinin aklımdan çıkmasına izin vermedi. Ayrıca şehrin ev sahipliği yaptığı ve adını paylaştığı bu üniversite dünyanın en iyi 2. üniversitesi unvanına da sahip.
Yazın daha önce kısa bir süreliğine ziyaret ettiğim tarih kokan, büyüleyici ve 800 yılı aşkın süredir varlığını koruyan köklü bir üniversiteye sahip olan Cambridge şehrine gitmeye karar verdiğimde henüz takvimler Mart ayını gösteriyordu. Bunun için bir dil okulu arayışı içerisindeydim. Uzun süre araştırma yaptıktan sonra 50 yıldır hizmet veren ve güvenilir bir İsveç markası olan EF şirketini bulmuş ve şirketin Ankara’daki şubesine ailemle beraber giderek yolculuğumun detayları hakkında konuşmaya başlamıştık. Böylece yazın alacağım dil eğitimini ve gideceğim yeri kararlaştırmıştık
Ancak bu şehir ile ilgili aklımda en çok yer edinen şey şüphesiz göz alıcı kırmızı renkleriyle çift katlı otobüsler oldu. Her binişimde beni daha da etkileyen bu otobüsler genel olarak biraz yavaş ve oldukça pahalılardı. Ancak artık adeta bir sembole dönüşen bu otobüsler beni garip bir şekilde her kullanışımda mutlu ediyordu.
Şüphesiz bu deneyimlediğim en iyi geziydi ve hala orada geçirdiğim günleri, sayısız farklı milletten sayısız arkadaşımı, eğlenerek tadını çıkardığım her saniyeyi çok özlüyorum…