“Denizin o huzur verici meviliğini içime çekerken kuşların cıvıltısını dinliyorum; dilimde son okuduğum romanın tadı varken tüm sıcaklığıyla kıcaklıyorum güneşi.” demek isterdim ama hayır, yaşadığım şehir bana hiçbir zaman kendimi bu denli huzurlu ve mutlu hissettirmedi.
Bazen sorarız kendimize “acaba mı?” diye oysa sorunun cevabını hep biliriz, yine de kendimizi kandırırız; yine de umut etmek isteriz istemsizce. Umutlarımız değil midir aslında kaybettiğimizde acıyı dayanılmaz kılan? Umutlarımız değil midir güvenimizi boşa çıkaran? Şimdi sorun kendinize: Umutlarımız değil midir bizi asıl yiyip bitiren? Hayır, değildir. Daha detaylı düşündüğümüzde denizin huzur verici maviliğini içine çekerken kuşların cıvıltısını dinleyen kişi neden mutludur? Çünkü ben öyle düşünmenizi istedim. Çünkü kelimelerimi çoğu insanda neşe ve huzur uyandıracak şekilde seçtim. Şöyle düşünün: Sırf umudunuzu kesmediğiniz, pes etmediğiniz için bu noktada değil misiniz? Umut ettiğiniz, kendinize güvendiğiniz için neler başardınız? Umut etmekten vazgeçmeyin fakat duracağınız yeri de bilin.
Şimdi bir betimleme yapılacaksa eğer, iç açıcı kelimelerdense karamsar kelimeleri seçerdim Ankara için. Etrafa baktığımda o huzur verici mavilikten çok ölümün sevimsiz solgunluğunu görüyorum ben; kafamı çevirip biraz göz gezdirdiğimde hızını alamamış gökdelenleri, birbirine memnuniyetsizce bakan insanları, üstümüze atılmış toprağın arasından sırtımıza batan taşların gökyüzünü dahi işgal etmiş olan griliği ve kendimi bildim bileli baktığım hiçbir gözden eksik olmayan bu bencillik halini seziyorum.
Günbegün tükenen ve kendi sonunu hazırlayan bu dünyada bencil olmamalı insan paylaşmalıyız, paylaşmalıyız ki çoğalalım. Kötü niyetin, kendini zirvede görmenin kimseye bir faydası yok! Kendini zirvede gören kişi kendinde geliştirilebilecek herhangi bir şey görmez, kaldı ki kendinde kusur dahi aramaz, bu nedenle farkında olmadan kendini düşürür. Ayrıca bunun da etkili bir sinir kontrol problemi ve depresyon sebebi olması da apayrı bir konu tabii.
Büyüklerimizin çocukluk fotoğraflarına baktığımızda eskiden insanların çok daha cana yakın ve binaların da daha az katlı olduğunu görürürüz. Aynı şehir, farklı atmosfer… Şimdiyse sorf gösteriş ve dikkat çekmek için yapılmış, adeta bulutlarla yarışan binaların arasında sıkışıp kaldık ve bu yolda geri dönüş yok.
Hayallerimiz için yaşarız; bizi ayakta tutan, hayata bağlayan hayallerimiz ve umutlarımızdır bu nedenle onlardan asla vazgeçmemeliyiz. Para, hırs ve bencillik uğruna olduğumuz kişiden, amacımızdan ve bir zamanlar iç dünyamızı toz pembeye boyayan hayallerimizden uzaklaşmamalıyız. Bu yolda kaybettiklerimizle kaybolmamalı ve kaybedeceklerimizin farkında olmalıyız ki devam edebilelim. Farkında olduklarımızı gülerek anlatmalıyız çünkü yaşanmışlıklar ve yaşanacaklar bizi biz yapan, diğerlerinden ayıran şeydir. Onlara minettar olmaylıyız.