Her ne olduysa ben mumları üflediğim zaman oldu. Karanlığa, umutsuzluğa teslim olmuştu odadakiler; gündüzün verdiği bir gramlık umut bizi hayata bağlayan tek şey idi. Odadaki çocukların, yaşlıların, gençlerin kafasındaki tek şey bir gün daha hayatta kalmaktı. Bir anda odada oluşan sessizlik herkesi ürkütmüştü.
Bu ufak tefek odadaki beşinci günümdü; kimilerinin haftaları, hatta ayları geçmişti bu depresif odada. Savaş bitmek üzereydi, en azından radyoda öyle deniyordu. Odadakilerin çoğu radyoya güvenmiyordu fakat başka çaremiz de yoktu açıkçası. Radyo dışındaki tüm iletişim kaynakları yok edilmişti. Savaş başlayalı neredeyse yarım yıl olmuştu. Neredeyse tüm umudumun yok olduğu koca bir yıl. Keşke yok olan tek şey umudum olsaydı: ailem, okulum, şehrim, ülkem… Okuluma inen bombaların çıkarttığı sesler hâlâ kulağımın inletiyor, bana korku salıyordu. Tam bir hafta geçmişti o saldırı olalı. O günden beri dostlarımdan haber alamamıştım. Ufak bir sığınağın içindeki çok daha ufak bir odada kalıyordum. Maksimum 10 kişi kapasitedeki bir odada 25 kişi kalıyorduk. En son 2 gün önce yemek vermişlerdi bize. Verilen suyun içinde sudan çok toprak vardı. Kemiklerim sayılıyordu. Zaten kıyafetim yırtık pırtıktı.
Son günlerde bize umut veren tek şey gelen yardımlardı. Onlar olmasaydı çoğumuz hiçbirimiz yaşıyor olmazdık, tabi buna yaşamak denirse… En azından mumumuz vardı, karanlığa ve umutsuzluğa olan tek çaremiz bu mumdu. Mumun çoğu erimişti, bizi hayatta tutan tek şey bize birkaç gün daha yetecek mumumuzun yani umudumuzun olmasıydı.