Gözlerim bir sabaha daha açılmıştı. Kıyafetlerimi giyip bir iki şey atıştırdıktan sonra evden çıkmıştım. Otobüse binip boş yerlerden birine oturdum ve kitap okumaya başladım. 20 dakika sonra araçtan inmiş ve hastaneye doğru adım atmaya başlamıştım. Her gün düzenli olarak hastaneye babaannemi görmeye giderdim. Böbreği artık görevini yeteri kadar yapamadığı için diyaliz makinesine bağlı yaşıyordu. Hastanedeki çalışanlarla bile arkadaş olmuştum artık. Beyaz saçlarını örer ona kitap okurdum. Benim ailem babaannemdi. Beni o büyütmüştü ve şimdi hastanenin soğuk yataklarında günlerini geçiriyordu. Son günlerini yaşadığını biliyordum iyice güçten düşmüştü ve yüzü soluklaşmıştı. Onu bu halde görmek canımı çok yakıyordu. Ne yazık ki elimden ona destek olmaktan başka hiçbir şey gelmiyordu. Koridorları geçip onun odasının önünde durdum. Kapıyı tıklatıp yavaşça açtım ve onun küçücük kalmış bedenine doğru yaklaştım. Beni fark etmişti. Bana doğru döndü ve buruk bir gülümseme armağan etti. O da biliyordu, işte en acısı da buydu zaten. Öleceğini o da biliyordu. Saçlarını ördükten sonra koltuğa oturmuş ve ona saatlerce kitap okumuştum. Uykuya daldığında alnından öpüp işe gitmek için hastaneden ayrıldım. Çalıştığım kahve dükkanından içeri girip önlüğümü aldım ve işe koyuldum.
Saatler sonra işten ayrılmış ve markete uğrayıp eve gitmiştim. Annem ve babam bir araba kazasında vefat edince babaannem bakmıştı bana. Bu evde büyümüştüm, birçok anımız vardı bu koca evde ama şimdi onsuz kalıyordum. Aynı gökyüzünde farklı yerlerde. Kafamı dağıtmak için televizyonu açıp yemeğimi yedim. Sonrada gözlerim kapandı ve derin bir uykuya giriş yaptım. Ertesi gün telefonumun sesiyle uyandım. Hastaneden arıyorlardı. İçimi hemen bir panik duygusu kaplamıştı, telefonu açmam ile elimden düşmesi bir oldu. Hızlıca evden çıktım ve taksiye binip hastaneye gittim. Onu görmem gerekiyordu, ona son bir kez sarılmam gerekiyordu. Odasına koştum ama orada değildi. Danışmaya gidince durumunu öğrendim. Durumu kötüleşince onu yoğun bakıma almışlardı ama bir faydası olmamıştı, sadece 10 dakika engelleyebilmişlerdi gitmesini. Onunla vedalaşabilmek için daha fazla bekleyemezdim. Koşarak onu aldıkları yoğun bakım servisine doğru çıktım. Gözyaşlarımı tutarak odaya girdim. Yıkılmıştım. Kelimenin tam anlamıyla yıkılmıştım. Bedenim titriyordu, kabullendiğimi sanmıştım, canım o kadar yanmaz, durumunu bilerek kendimi hep kötü senaryoya hazırladım sanmıştım. Ancak yanılmışım. Şimdi gözlerimle görünce anladım. Hiçbir bahane yetmedi kendimi avutmaya, tutamadım gözyaşlarımı. Yanına gidip kemikli ellerinden tuttum, git gide yaşam enerjisini yitiriyordu. Binlerce kez özür ve teşekkürden sonra elleri ellerimden ayrıldı. Ağzından yalnızca şu sözler döküldü “Seni seviyorum.” Sözleri ile kendimi yere atıp hıçkırıklara boğuldum. Doktorlar hasta yatağını alıp götürürken bağırdım “Bende, bende seni seviyorum!” ama duymadığını biliyordum.
Hayatımın en kötü günüydü. En acımasız, en korkunç günü. Hayatımda önem verdiğim tek şeyin gitmesi beni derinden yaralamıştı. Hastanedeki odasının önünde bekliyordum. Kapıyı açsam ve o güzel yüzündeki şefkatli gülümsemeyi görsem, koşup sarılsam. Okyanus mavisi gözlerine uzun uzun baksam. Ama orada değil. Artık sadece kalbimle bakabilirim güzel gözlerine. Yarın eşyalarını almak için gelecektim. Şu an sadece sakinleşmem gerekiyordu. Hastaneden çıkıp taksiyle eve döndüm ve patronuma bugün gelemeyeceğimi söyledikten sonra koltuğa yatıp boş boş tavana baktım. Saatlerimi orada geçirdim ve yemek yemeden orada uyuya kaldım.
Öğlene doğru uyandıktan sonra hastaneye gidip eşyalarını aldım. Ve odasına göz gezdirip anılarımızı gördüm. Saçını ördükten sonra taktığım kırmızı tokayı elimin içinde sıkıp odadan derin nefesler alarak çıktım. Zira biraz daha odada kalırsam sakin kalabileceğimi sanmıyordum. O sırada yanımdan tekerlekli sandalyede oturan bir kız geçti. Hemşire ile beraber babaannemin kaldığı odaya girdiler. Simsiyah upuzun saçları ve masmavi gözleri vardı. Aynı babaanneminki gibi. Hastaneden çıkıp eve gittim. İş yerinden 1 haftalık izin almıştım. Yaklaşık 3 gün sonra hastaneye başımın ağrıdığı gerekçesiyle gittim. Doktor reçete yazıp elime verdikten sonra odasından çıktım. Çıkışa doğru giderken siyah saçlı kızla tekrar karşılaşmıştım. Meraklı meraklı bakıyordu, çilleri onu olduğundan daha küçük gösteriyordu. Aynı babaannem gibi onunda çilleri vardı. Birbirlerine gerçekten çok fazla benziyorlardı. Gözlerimi ondan ayıramıyordum. Birbirimizi inceliyorduk. O sırada hemşire gelip onu odasına çıkardı. Bende yoluma şaşkın bakışlarla devam ettim.
Eczaneye uğramış ilaçlarımı almış ve onların etkisiyle uyuya kalmıştım. Sabah uyandığımda aklıma ilk gelen şey o kız olmuştu. Onu görmek istiyordum, bana babaannemi hatırlatıyordu. Yemeğimi yiyip hastaneye gittim. Danışmaya uğrayıp arkadaşım olduğunu ve onu görmek istediğimi söyleyince inanmamışlardı çünkü burada herkes beni tanıyordu ve hiç arkadaşım olmadığını da biliyorlardı. Bir bahane bulmalıydım. Birden aklıma kan aldırmak geldi. Kan aldıracağımı söyledikten sonra hasta yatağına oturdum ve hemşire gelip 2 tüp kan aldı. Bedenimdeki bütün kanı almışlar gibiydi sanki. Hemşirenin verdiği pamuğu koluma bastırırken onu aramaya karar verdim. Hiçbir yerde değildi en sonunda odasına doğru yaklaştım ama giremeden geri çekildim. Bu doğru değildi. Ben bir yabancıydım, buraya girmem de yanlış olurdu. O sırada birinin çığlık sesiyle arkama döndüm. Simsiyah saçlı kız yerde yatıyordu ve titriyordu. Hemşireler ve doktorlar kızı hemen alıp ameliyathaneye götürdüler. Koşarak peşlerinden gidiyordum. Ama içeri giremedim. Kapının ardındaki minicik cüssesi git gide uzaklaştı benden. Dejavu yaşıyor gibiydim. Bir sandalyeye oturup saatlerce çıkmasını bekledim. Zaman geçmiyordu sanki. Bir türlü gelmedi. En sonunda, 9 saatin sonunda çıktı oradan. Başka bir odaya alındı. Kızı benden başka bekleyen kimse yoktu. Doktorların yanına gidip durumunu sordum. Ameliyatta beklenmeyen bir durumla karşılaştıklarını, ellerinden geleni yaptıklarını ama kızın uyanmadığını bu yüzden koma halinde yoğun bakıma alındığını söyledi.
Oradan ayrılıp evime gittim ve yorgun bir şekilde yatağıma attım kendimi. Yastığa kafamı koyduğum gibi uyumuştum zaten. Ertesi gün kızın yanına tekrar gitmiştim. Kocaman odanın içinde küçücük kalıyordu. Hemşirelerden izin alıp içeri girdim ve yanına gittim. Tabureye oturdum ve onu uzun uzun seyrettim. “Aynı onun gibisin.” Yüzü solgundu ve her iki kolundan da serum takmışlar, kendi başına solunum yapamadığı için de solunum cihazına bağlamışlardı. Siyah saçları ve bembeyaz teni bir uyum içerisindeydi. Biraz daha konuştuktan sonra oradan ayrıldım. Artık her günüm bu şekilde geçiyordu. Onun yanına gidiyordum ona günümü anlatıyordum ve kitap okuyordum. Babaannemden sonra yaşamak için bir neden bulmuş gibiydim. Aradan 1 ay geçmiş ve artık bir rutin haline gelmişti. Ailesi yoktu. Onu terk etmişlerdi. Duyunca çok üzülmüştüm ve ona şiirler yazmaya başlamıştım her gittiğimde onları okuyordum. Beni duyduğunu biliyordum sadece tepki veremiyordu. Bir gün onun yanına giderken odasından doktorların çıktığını görmüştüm. Ne olduğunu anlamak için yaklaştığımda yatağı ameliyathaneye doğru hızlıca taşınıyordu. Koşarak oraya doğru gittim. Kimse bir şey anlatmıyordu ve gözümden git gide uzaklaşan bedeni yine o yere gidiyordu.
Hayal kırıklığına uğramıştım, başım dönüyordu, yine aynı şey oluyordu! Yine sevdiğim her şey elimden alınıyordu. Yine ağlıyordum ve titriyordum. Ellerimi başımın yanına almıştım ve yere çökmüş bekliyordum. Acı haberi bekliyordum. Kimseye alışmamam gerektiğini, kimseyi sevmemem gerektiğini bile bile ona aşık olmuştum. Kimseye bağlanmamam gerektiğini biliyordum çünkü sevdiğim her şey elimden alınırdı. Ne zaman mutlu olsam kalbim kırılırdı. “Senin de onun gibi gitmeni istemiyorum!” bağırmam bütün koridorda yankılanırken ağlamaya başlamıştım. Son 3 saat sonra bir müzice oldu. Bir el usulca omzuma dokundu. Doktor huzurlu bir şekilde bakıyordu. Ameliyat iyi geçmişti. Hasta sıkıca hayata tutunmuştu. Durumu gayet iyiydi. Doktorlar bile bu kadar direnmesine şaşırmışlardı. Gitmemişti. İlk defa sevdiğim bir şey elimden alınmamıştı. İlk defa yalnız hissetmiyordum. Onu bir iki saat sonra görebileceğimi söyleyen doktor yanımdan ayrılmıştı.
2 saat sonra odasının önünde durup içeriye girdim. Uyanıktı. Bana şefkatle ve minnettarlıkla bakıyordu. Gözleri dolmuştu aynı benim gibi, yanına koşarak gidip sarıldım. Karşılık vermişti sıkıca. Ve ilk defa duydum o narin ve duru sesini.” Her şey için teşekkür ederim, yanımda olup beni desteklediğin için. Beni sevdiğin için teşekkür ederim!” ona daha sıkı sarıldım ve bu sefer bırakmadım.