Merdivenleri ağır ağır çıkıyordum. Beşinci kata geldiğimi karşı komşum olan yaşlı kadının lezzetli ev yemeklerinin kokusunu aldığımda fark ettim. Yemeklerini ne kadar çok sevdiğimi bilir, kimi zaman bana da getirirdi. Yalnız yaşadığımdan ötürü bana acıyor olmalı diye düşündüm. Anahtarımı cebimden çıkarıp kapıyı açtığımda 60’lardan kalma, eski kapı seslice gıcırdayarak bütün apartmana eve geldiğimin habercisi olmuştu.
Her zamanki rutin işlerimi hallettikten sonra salona gidip televizyonun başına oturdum. Eskiden izlediğim bir diziden bölümler ekrana geldiğinde mutlulukla izlemeye başladım. Tam en heyecanlı sahneye gelmişken reklam çıkmıştı. Sinir bozukluğuyla göz devirip reklamların bitmesini bekledim. Bu sırada reklamlarda gösterilen elektronik cihazlar gözüme takıldı. Masanın üstünde duran 2009 model tuşlu telefonuma baktım. Artık değiştirmenin zamanı gelmişti. Gözlerimi tekrar reklamdaki dokunmatik ekranlı telefonlara çevirdiğimde sağ altta yazan fiyatlar dikkatimi çekti. En ucuzunun iki bin lira olduğunu görünce oyuncağı elinden alınmış bir bebek gibi hissettim. Bu fiyat neredeyse benim maaşım kadardı, almak için aylarca para biriktirmem gerekirdi! Sinirle televizyonu kapatıp odama gittim. Anlaşılan bir süre daha külüstür telefonumla idare etmek zorundaydım.
Yatağıma girdikten sonra bir süre sessizce tavanı seyrettim. Maddi sıkıntılarım ve altına girdiğim borçlar beni batırmak üzereydi. Hayatıma devam etmem günbegün zorlaşıyordu ve gitgide çöken ülke ekonomisi altında yaşamak imkânsızlaşıyordu. Her gün olduğu gibi yine bu depresif düşünceler arasında uykuya daldım.
Sabah uyanıp işe gitmek üzere yola koyuldum. Yolda giderken kahvaltı olarak kendime bir simit aldım. İşe geç kaldığımı fark eder etmez adımlarımı hızlandırdım. Güne kötü başlamıştım, daha ne olabilirdi ki? Tanrı bunu dediğimi duyup da bana cevap veriyormuş gibi birden bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. Evet, diye düşündüm kendi kendime, daha kötüsü de olabilirmiş. Sonunda işyerine vardığımda herkes bana kem gözlerle bakıyor, benden nefret ettiklerini gizlemiyorlardı. Gidip bana ayrılan masaya oturdum ve işimi yapmaya başladım. Üst birimlerden gelen birkaç bayan yanımdan geçerken pahalı arabaları ve şık restoranlarda yedikleri pahalı yemeklerden bahsediyorlardı. Belki de kimseye bu yüksek standartları sağlayamayacağım için hala evli değilim, dedim kendi kendime.
Gün sonunda işten çıktım ve her zamanki gibi işlek sokaklarda yürümeye başladım. Bu sefer hızlıca değil de ağır adımlarla yürüyordum. Evde, sulamam gereken birkaç çiçek hariç, beni bekleyen kimsem yoktu. Yetişmem gereken bir yer, beni çağıran bir arkadaşım da yoktu. Sokaklarda birkaç saat amaçsızca dolaştıktan sonra eve gittiğimde kimse beni merak etmeyecekti, biliyordum. Bunun bana verdiği boşluk hissiyle, ellerim cebimde yürümeye devam ettim.
İşlek bir meydana geldiğimde bir grup insanın bir standın önünde sıraya girdiğini gördüm. Standı görebilmek için kafamı biraz eğdim ve milli piyango bileti satışı yapıldığını okudum. Ani bir kararla arka cebimdeki cüzdanı çıkardım ve içinde kalan son birkaç onluktan birini çıkarıp standa doğru ilerledim. Sıraya girdim. Bir süre sonra biletimi alıp tekrar eve dönmeye koyuldum. Eve vardığımda yine her zamanki işlerimi yapıp yatağa girdim. Ancak, bugün farklı bir şey vardı. Bir heyecan… Ellerimde tuttuğum bu piyango bileti benim yek umudumdu. Eğer bu biletten herhangi bir şey çıkarsa benim için hala umut var demektir, diye düşündüm. Kendimi uykunun kollarına bıraktım.
Sonunda büyük ikramiye kazananı biletin açıklanacağı gün gelmişti. Evimde yalnız başıma televizyonun başına kitlenmiş, açıklanmasını bekliyordum. Sayılar tek tek okunmaya başlandı: 1…1…8…1…4…2…1. Gözlerime inanamadım. Bileti sakince masanın üstüne koyup odama koştum ve gözlüklerimi takıp salona geri döndüm. “1181421 numaralı bilet sahibi, tebrikler! Az önce iki buçuk milyon lira kazandınız!” Ekrandaki kadın coşkuyla bu cümleleri söylediği sırada ben elimdeki büyük ikramiye biletine bakıyordum. Evet, evet, ben kazanmıştım! “İki buçuk milyon…” diye fısıldadım kendime. Hayatım kurtulmuştu. Mutluluktan gözlerim dolmaya başladı.
İkramiyeyi kazanmamın üstünden birkaç hafta geçmişti. Sahip olduğum paradan geriye iki milyon lira kalmıştı. İşi bırakmıştım. Bütün günüm paramı fütursuzca harcamakla geçiyordu. Eskiden adımı bile bilmeyen insanlar şu anda benimle birkaç dakika geçirebilmek için sıraya giriyorlardı. Tüm gece barlarda, kumarhanelerde takılıyordum. Kendimi tanıyamaz bir hale gelmiştim. Para yalnızca çevremdekilerin benim hakkımdaki görüşünü değil, bizzat beni de değiştirmişti. Aynaya baktığımda gördüğüm ben, ben değildim artık. Her ne kadar istediğimi satın alabilme özgürlüğü hoşuma gitmiş olsa da psikolojik olarak kötüleşiyordum. Paramla işi biten herkes beni terk edip gidiyordu. Kimse gerçekten beni ben olduğum için sevmiyordu.
Bir gece yüz binlerce lirayı nakit olarak bir çantaya doldurdum ve evden çıktım. Rakının etkisiyle biraz sarhoş, yalpalayarak yürüyordum. Arabama bindim. Torpidoda peçete ararken eski, sefil yaşantımı bana daima hatırlatan 2009 model külüstür telefonumu gördüm. Torpidoyu sinirle kapatıp arabayı çalıştırdım. Farkında değildim ama ağlıyordum. Nedenini bilmeden arabamı sürmeye devam ettim. Nereye gideceğimi çok iyi biliyordum.
Üstünde “Yasak bölge”, “Tehlike” yazan uyarı levhalarını devirerek geçtikten sonra taşlık yola giriş yaptım. Uçurumun kenarına kadar sürdükten sonra durdum ve arabadan indim. Tam karşımda bütün şehri tüm heybetiyle görebiliyordum. Ağlamaya devam ettim. Artık neden ağladığımı biliyordum ve bunun tamamıyla farkındaydım. Arabamın arka kapısını açıp çantalara doldurduğum parayı çıkardım. Tereddütsüz bir şekilde uçurumun kenarına kadar yürüdüm ve çantanın ağzını açtım. Bütün parayı uçurumdan aşağı saçmaya başladığımda aklımda ne üzüntü ne de tereddüt vardı. Sadece huzur hissediyordum.
Çantanın içi tamamen boşaldığında onu da fırlattım. Bir an dengemi kaybedip yere oturma ihtiyacı hissettim. Az kalsın uçurumdan yuvarlanıyordum. Oturup yaklaşık bir saat boyunca ayaklarımı uçurumdan sarkıttım ve manzarayı seyrettim. Aklımda tek bir şey vardı artık.
Arabama bindim. Biraz geri geri sürdüm ve o nefes kesici manzaraya son bir kez baktım. Ayağımı gaz pedalına yerleştirdim ve hızla ileri gitmeye başladım. Araba uçurumdan aşağı uçana kadar sürmeye devam ettim. Sonunda özgürdüm.