Rönesans Dönemi sonrasında Batı’nın gelişmesiyle beraber Avrupa Kıtası ile Asya Kıtası’nı bağlayan Türkler de bu durumdan etkilenmişti. Türkler ticarete ve gemicilik işine yeni katılmaya başladığı dönemde bir liman kenti olan Aydın’da yaşayan hayatını balıkçılıkla geçindiren bir aile vardı. Ailenin büyük oğlu Ali maceracı ruhlu ve yeniliklere açık bir adamdı. Ailenin babası Hüseyin ve annesi Hatice geleneklere sabit kalan insanlardı. Bir de küçük oğlanları bebek Mert vardır. Aydın’ın ünlü balıkçılarından olan Hüseyin, Ali ne kadar ısrar etse de yıllar geçtikçe yeni yeniliklere uyum sağlayamamış, maddi kazanımı sekteye uğramıştı. Bunu fark eden Ali kendi çabasıyla bir miktar para elde etmek istemişti. Birkaç arkadaşını daha toplayıp ailesinden habersiz derin denizlere daha çok balık avlama umuduyla açılmışlardı. Bir süre boyunca her şey yolunda ilerlemişti. Cidden de daha verimli bir şekil de balık avlamayı başarmışlardı. Avlanırken derin bir sohbete dalmış, havanın karardığını fark etmemişlerdi. Fark ettiklerinde çok geç olmuştu. Derin denizin dalgaları kayıklarını kim bilir nerelere götürmüştü. Görünürde hiçbir kaya parçası yoktu. Yanlarında birkaç gün yetecek kadar erzak vardı. Karanlıktan etrafı göremedikleri için ilk güneş ışığında çalışmaya başlayacaklardı. Gece herkes uyurken çok şiddetli bir fırtına kopmaya başladı. Şiddetli dalgalar kayıklarını bir sağa bir sola vuruyordu. Herkes panik içerisinde neye uğradıklarını şaşırmışlardı. Uzun bir süre boyunca sallandıktan sonra kayık ters dönmüştü.
Ali uyandığında kendini kumsalda etrafını bilmediği bir dili konuşan insanlar tarafından sarılmış bir şekilde buldu. Bu insanlar yüzlerine kırmızı boya sürmüş, ağaç kabuklarından giysi yapmışlardı. Kendine geldiği an bu insanlardan kaçmaya çalışmış, ama ayağı ve kaburgası sakat olduğu için tekrar yere yığılmıştı. Bu halkın arasından olan esmer ve mavi gözlü bir kadın hemen yardımına koştu. Kadının güzel yüzünü gördükten sonra tekrar bayıldı Ali. Tekrar uyandığında bambulardan yapılma küçük bir çadırda yumuşak yaprakların üzerinde yatıyordu. Yerel halkın ona zarar vermek istemediğini anladığında rahatladı. En son kayıkta gördüğü arkadaşlarını düşündü, gözlerindeki paniği hatırladı. Acaba onlar da Ali kadar şanslı mıydı? Dikkatsiz davranışı yüzünden ailesini, arkadaşlarını ve tüm hayatını kaybetmişti.
Sahilde yardımına koşan kadın yine çadırdan içeri girdi. Gülüşünde naziklik vardı. Hiç konuşmayan kadın Ali’nin yaralarını inceledi ve bir yaprakla sardı. Nerdeyse her gün ziyarete gelen kadın titizce yaralarını temizliyor, sonra geri gidiyordu. Bir gün cesaretini toplayan Ali kadına Türk olduğunu söyledi. Kadın dediklerinden tek kelime anlamamasına rağmen konuşmaya devam ediyordu. Kendi ismini söylemeye çalışıyordu. Kadının ismi Caicos’du. Ali biraz da olsa artık ne demeye çalıştığını anlamaya başlamıştı. Artık yürüyebilecek duruma gelen Ali, Caicos çadıra girince ayakta karşıladı. Mutluluğunu içinde tutamayan Caicos Ali’nin elinden tutup koşmaya başladı. Beraber adayı geziyorlardı. Caicos Ali’ye yeni kelimeler öğretiyordu. Günler, haftalar böyle geçti birbirlerine âşık oldular. Tüm ada halkı yabancı ile Caicos’un arasındaki ilişkiyi konuşuyordu. Çok süre geçmeden Caicos’un hamile olduğu öğrenildi. Ali’nin oğlu şöhret içinde büyüdü ve adanın simgesi olmaya başladı. Ali babasından öğrendiği balıkçılık becerilerini ada halkına da öğretti. Ali bir gün balık avlamak içinde denizde açıldı ve bir daha haber alınamadı. Ama Ada halkında bıraktığı izler hiçbir zaman unutulmadı.