TOZPEMBE KAĞIT

Her zaman ki gibi sıradan bir iş günüydü. Sabahın altısında kalkar, kocama ve çocuklarıma yemek hazırlar, bir de bunlar yetmezmiş gibi dolmuşla bir saat yol gidip iş yerime geldiğim sıradan bir gün. Editörlük mesleği her zaman sanıldığı gibi rengarenk, cıvıl cıvıl bir meslek değil. En azından bana göre. Sabah sekizden akşam altıya kadar çalışıp, işini ne kadar sevebilirsin ki. Küçükken hep moda tasarımcısı olacağımı düşünürdüm. Kumaşlarla süzülerek dans edip, şarkılar söyleyerek yaratıcılığımı konuşturabileceğimi sanırdım . Çocuk olmak ne güzel de mi? Daha dünyanın acizliğiyle tanışmamış olmak . Bazen insan neden o kadar zaman büyümek istedim ki diyor. Oysaki büyüdükçe biriken sorumluluklardan, insanların şeytanlıklarından, sen çözmeye çalıştıkça daha çok çoğalan sorunlardan haberimiz olsaydı hangimiz annemizin topuklu ayakkabılarını giyip, makyaj yapmaya çalışırdık ki. İnsanları anlamak kolaydı o zaman. Acaba şu an ki gözümle değil de o zamanlar ki gözümden iş yerime bakmak nasıl olurdu? Tahminen; kahve içmek için sırada bekleyen sıkıcı görünümlü insanlar, kuyruk halinde sohbet edip dans eden insanlar gibi görünür, gözlükleriyle ün salmış herkesi tersleyen sekreter, palyaçoları çok sevdiği için kırmızı gözlük takıp oyun hazırlayan biri, ve her işi bana yaptırmaktan bıkmayan patronum, bana daha çok oyuncak hediye etmek için sorumluluk veren bir abi olarak görünürdü. Çocuk olmayı özlerken çağırdığım asansörü kaçırmama çok az kaldığını fark edip kendime geldim. Patronum her zamanki gibi bir dakika dahi geç kalsam beni herkesin içinde azarlayacağı için koşar adımlarımla çalıştığım kata çıktım. İşinden neden bu kadar mutsuzsan bu mesleği seçtin ? Gibi sesler işitir gibiyim. Yazmak benim için hep bir kaçış yolu olmuştur. Kendimi ne zaman üzgün, huzursuz ,yalnız hissetsem yazarım. Yazmak beni iyileştirir. Ya da iyileştirirdi mi demeliyim. Artık yazmak keyif alarak yaptığım bir şey değil. Yazmak para kazanmak için yaptığım bir şey haline geldi. En son ne zaman kendi fikirlerime bağlı kaldığımı hatırlamıyordum bile ta ki kendi dergimde ki bu ilk yazımı yazana kadar. Buraya gelmeme biraz süre var. Sabırlı olmanızı dileyerek devam ediyorum. Her zamanki gibi herkesin yüzü asıktı ve herkes ne olduğunu belki de hiç bilmediği tomarlarca kağıtlarla uğraşıyordu. Masama geçtim. Beni bu iş yerinde tek mutlu eden çiçeğime baktım. Kızımın ilk diktiği tohumdan çıkan çiçek. Bana armağan etmişti. Asla bakımını ihmal etmedim çünkü biliyordum ki bu çiçek kızım için önemliyse benim içinde bir o kadar önemliydi. Kendi kendime bunları düşünüp, tebessümle çiçeğime bakarken arkadan bağıran sesi fark edememiş olmalıyım ta ki ses gittikçe yükselene kadar. Arkamı döndüğümde patronumla karşılaştım. Şaşırmamıştım. Kendisi hayata olumlu bakmak dışında her türlü olumsuz şeyde yetenekli olan bir kadın. -Sana diyorum duymuyor musun? Sakinliğimi her zamanki gibi koruyarak, -Duydum Yeşim Hanım kusura bakmayın. Bir arzunuz mu var? Cümlem biter bitmez sadece bana odaklanmış olan gözlerini , meslektaşlarıma çevirdi. -Hepiniz en güzel yazılarımızdan seçip dosyalayın. Tam bir saat sonra ortak olmak için çabaladığım yatırım şirketi ile görüşmemiz var. Hepinizin anladığını düşünüyorum. Bir rezillik çıkmasın. Topuklu ayakkabılarının sesi koridorda yankılanıp gitti. Unutkan biri olduğumdan dolayı hemen yazılardan bir kaçını dosyaladım. O tüm sıkıcı beyaz kağıtların arasında tozpembe bir kağıt gözüme takıldı. Alıp baktığımda ise gördüğüm şey beni duygulandırmadı desem yalan olur. Üniversiteden mezun olduktan sonra profesyonel olarak yazdığım ilk yazım. İnsanların kişiliklerinde büyüdüğü çevrenin, onlara olan davranışların etkilerini anlatan bir yazı. Okuduktan sonra bir kez daha mesleğimin beni sevdiğim bir şeyden soğuttuğunu anladım. Patronumun gözüne takılmaması için seçtiğim yazılardan ikisinin arasına bu yazımı da ekledim. Birazcık cesaretten bir zarar gelmezdi diye düşündüm. Bir saat su akarcasına geçmişti. O yazının verdiği enerji dahi insanın ruhunu beslerken ben neden insanların zoruyla iyi yaptığım bir şeyi kendime zehir ediyordum? Toplantı masasına oturduk. Sevimli saçlarını iki yandan toplamış otuz yaşlarında bir kadın pembe takımıyla içeri girdi. Lafı uzatmadı belli ki patronum anlatacağı yalanları önceden de duymuştu. Yazıları çimlerin üzerinde okumak istediğini söyleyip dosyaları da alıp gözden kayboldu. Toplantı odasında ki herkes şaşırmıştı ve herkes dedikodu yapmaya başlamıştı bile. Bundan fırsat bulup çiçeğimin yanına gittim . Yapraklarını yıkarken sevimli kadının odaya yöneldiğini görüp hızlı adımlarla odaya girdim. Kadının elinde pembe kağıdım vardı. -Bu ne ? Patronum panikleyip kağıdı eline aldı. Altında yazan ismimi görecek olacak ki birden bana nefret dolu bakışlarını çevirdi. -Rezillik çıkmasın derken bundan bahsediyordum. Kovuldun dememe gerek var mı? Eşyalarını toplamaya gider misin ? O an yaşadığım pişmanlığı anlatacak kelimler bulamam. Patronum, konuşmaya defalarca çalışmama rağmen dinlemeyip sadece parmağıyla kapıyı gösterdi. Oradan tam uzaklaşmak üzereyken omzuma bir el dokundu. Arkamı dönüp elin sahibine bakmaya çalıştığımda ise karşımda o sevimli kadını gördüm. -Kovulduğuna göre ,kendi dergini açmak için müsaitsindir diye düşünüyorum. İşte bu yazımın hikayesi de bu. Bazen kötü gibi görünen bir şey hayatımıza birçok artı kazandırır. Ben tekrardan kendimi keşfettim. Artık hayatıma, çiçeğime ve en önemlisi de yazılarıma farklı bakıyorum. İnsanın kendi benliğinden uzaklaşma durumu ne kadar acınası değil mi? Kim olduğunu unutma durumu. Ama hiçbir şey için geç değilmiş. Ben bunu gördüm. Korkmayın, cesaretli olun. Cesaretli olun ki karşınıza çıkabilecek fırsatları bilmeden tepmeyin.

(Visited 43 times, 1 visits today)