Pencereden baktığımda bütün aile sofranın etrafında oturmuş, bir taraftan yemek yiyor, bir taraftan konuşuyorlardı. Birden kırılma sesi bütün yemek salonunda yankılandı. Mermerlerle döşenmiş zeminin üstünü cam kırıkları süsledi. Kimse yerinden kalkıp kırılanları temizlemedi, kimse kalkıp ne olduğuna bakmadı umurlarında bile olmadı. Uzun koridordan farksız bu odada uzunca masanın büyüklüğüne bakılırsa hele de sandalyelerinin sayısı düşünülürse oldukça az kişi vardı. Her biri siyah saçlı beyaz tenli kırmızı dudaklı ruhtan farksız dört kadın seri hareketlerle çorbalarını yudumluyorlardı.
“Neden?” diye sordu yaşça küçük olanları.
Kimse cevaplamadı çünkü kimsenin bir cevabı yoktu. Kimse cevaplamadı çünkü kimse bilmiyordu bahsettiğinin ne olduğunu. Bir kırılma sesi daha yankılandı, duyguların çoktandır terk ettiği bu sarayı. Yine kimse kalkmadı ve yine kimse farkında bile olmadı. Seri hareketlerine devam ettiler. Ürperdiğimi hissettim dışardaki soğuk havadan mı yoksa içerdeki ruhtan farksız kadınlardan mı kestiremiyordum. Oysa ne kadar da güzel görünüyordu dışardan bu ev, kırmızı tuğlaların arasında tüten gri dumanlar, açık ve göz alıcı pencereler ama içinde insanların yaşadığı boş bir evdi, çoktan terk etmişti duygular bu evi çoktan vazgeçilmişti bu beş kadının mutlu geleceğinden.
“Laleler ekelim mi?” diye bir ses daha duyuldu bu sefer sıcak bir sesti, masanın en ucunda oturan en büyük kadındı bu.
Çorbalar bitmişti, yemekler bitmişti, kelimeler de bitmişti kelimelerin yerine geçen o eski günleri hatırlatan gülümsemelerde. Bir kırılma sesi daha yankılandı daha güçlüydü bu sefer daha belirgin. Öylece oturmaya devam ettiler birbirlerine bakmadılar, pencereye bakmadılar, geleceklerine bakmadılar, kendilerine bakmadılar…
“Abla, Ay’ a atkı götürelim mi? Üşür orada tek başına, gidip ona sarılalım mı?” dedi ortanca olanları.
Duygular terk etmişti bu tek bir renge bürünmüş, tek bir duygu bile barındırmayan kadınların ruhunu. Hayallerinden vazgeçmiş karşılığındaysa kendilerine bir avuç kırık umut satın almışlardı. Bu olanların tek suçlusu kendileriydi ama onlar yine başkalarını suçlamışlardı. Bir bardağın daha bu duygusuz evi terk eden sesi yankılandı boş odalarda, boş bedenlerde, içlerinde hayallerini biriktirdikleri boş kavanozlarda. Kimse kalkmadı cam kırıklarını temizlemek için çünkü onlar kalplerinin kırıklarını temizleyemedikleri gibi bunları da temizleyemeyeceklerinden emindi.
Güneş batarken etrafı alaca karanlık sardı. Kendilerinden bile vazgeçmiş beş kadın bir şarkı mırıldanmaya başladı.
Güneş açıyor uzak diyarlarda
Ama ay terk etmiyor bu karın yağmayı sevdiği toprakları
Duyguların kazandığı masallar anlatılıyor oralarda
Kaybediyor burada süre gelen masallarda iyiler duygularını
Ağlamayı öğreniyorsun gülmeyi unutuyorsun buralarda
Anlatılmak üzere saklanmış, unutulmuş anılar krallığı
Biz çoktan öldük sen devam et bizim yerimize de yaşa
Biz çoktan vazgeçtik sen durma hayatı yaşa
“Parka gidelim mi?” diye sordu bir diğer kardeş. Bütün hepsi kalktı masadan cam kırıkları mermerin üstünde parlamaya devam ederken bu dört kadının ayakları daha da içine aldı eski umutlarını. Bekledim ama kimse kapının dışına çıkmadı.