Toplumdaki Savaşımız

Toplumdaki Savaşımız

İnsanlığın var olmasıyla başlayan cinsiyet ayrımcılığı,  bireylerin biyolojik farklılıkları doğrultusunda kadın ve erkek olmak üzere birbirinden farklı düşünce, davranış ve sorumluluk kalıplarına uygun olmasını bekler. Literatürde toplumsal cinsiyet kavramı, kadının ve erkeğin sosyal olarak belirlenmiş kişilik özellikleri, rol ve sorumlulukları olarak tanımlanmaktadır. Bu nedenle toplumsal cinsiyet kavramının tanımında biyolojik farklılıklar değil, kadın ve erkek olarak toplumun bizi nasıl gördüğü, nasıl düşündüğü ve nasıl davranmamızı beklediği ile ilgili roller bulunmaktadır. Zamanla bu kavramlar ataerkil düşünce tarzının baskınlığıyla tamamen kadın olmanın bir nevi hizmet etme yükümlülüğüne sahip olduğunu savunan ‘toplumsal cinsiyet rolleri’ kavramına dönüşmüştür. Kadınları hor gören ve sınırlayan görüşler içeren bu roller insan hakları ve eşitlik algısını hiçe saymaktadır. İnsan hakları evrensel bildirisinde “tüm kadın ve erkekler ayrımcılığa uğramadan yaşama, sağlık, eğitim ve çalışma haklarından eşit olarak yararlanma hakkına sahiptirler” denilmektedir. Fakat bu roller doğrultusunda baş süren bu eşitsizlik, kadınların bağımsız bir yaşantı sürmesini engellemektedir. Özellikle aile içi yaşantıda dayatılan sorumluluklar kadınların ilgi alanları yönünde çalışmasına fırsat tanımamaktadır. En acısı da bu sınırlardan kurtulmak isteyen bireylerin aynı dayatmalarla toplumca cezalandırılmasıdır.

Biz kadınlar yıllardır haklarımızı savunurken, toplumca eşit görülmek istediğimizi bağırırken; bahsettiğimiz bu kavram bazı sığ görüşlerce ‘o zaman siz erkekler gibi cepheye çıksaydınız(?)’ olarak algılansa da bizim bahsettiğimiz toplumsal sınırları koyan eşitsizliklerden kurtulmaktı. Yani aslında toplumsal cinsiyet kavramının tanımının biyolojik farklılıklardan değil, kadın ve erkek olarak toplumun bizi nasıl gördüğü, benimsediği ve nasıl davranmamızı beklediği ile ilgili olduğunu kabul ettirmek ve bundan dolayı oluşan sınırlardan kurtulmaktı,  fakat ya anlaşılamadık ya da anlamak istemediler. Aslında zamanın ilerlemesi, farkındalıkların ve imkanların oluşmasıyla doğan bu sesimizi duyurma savaşının varlığı, toplumca verilen bu cinsiyet rollerinin çoğunlukla kadınları ezerek ve erkekleri yücelterek çok daha büyük bir kaos yarattığını ve düzeni bozduğunu söylemek için oldukça yeterli bir sebeptir.

Eğer toplumsal düzen, en basitinden toplumun en küçük bütünlüğünün içerisinde bile, bir kadının iki insanın ortak kararları sonucu dünyaya getirdikleri çocuğa tek başına bakmakla yükümlü olmasını ya da biyolojik olarak bir erkekle aynı zekaya sahip olduğu  halde, tartışılır, aile ekonomisini yürütemeyeceğini savunan asılsız sözlerle oluşacak olsaydı eminim ki bu kadar adaletsiz ve geride kalmış bir topluma sahip olmazdık. Eğer cinsiyetleri bu şekilde bölmek ve sınırlandırmak yerine; birlik, bütünlük, eşitlik içerisinde kadın erkek fark etmeksizin herkesin en iyisini göstermesine izin verildiği bir düzen kurabilseydik işte o zaman cahillikten arınmış, huzur ve düzenden oluşan bir toplum olarak yaşayabilirdik. Ben sen o biz siz onlar o bu şu perişanım ne tadım kaldı ne iştahım ben de dua ettim tanrıma bakamam dedi.

(Visited 33 times, 1 visits today)