Önce kendimden başlayayım anlatmaya. Kendi duygularım, düşüncelerim, isteklerim, davranışlarım: Hayata tolere edemememin başladığı liste. Özellikle kendi duygularım o kadar yorucu ki, sanki beni futbol topunun içine koymuş da maç oynamış çocuklar, sabahtan akşama. O kadar değişken, o kadar ani, o kadar anlamsız, o kadar alakasız bir şey bulamazsınız bu hayatta. Bir gün hayatımda en önemli kişi dediğim başka gün bana en çok zarar veren kişi olur bir anda, nefret ettiğim aşık olduğum olur. Ağladığımı biliyordum, bu yüzden düşüncelerim bir dakikalığına sustu. “Neden bu kadar bağırıyorlar, kapa çeneni, kapa çeneni, bu çileye bir son ver!” o, akşam saat üçte, kendime… Arzularımın da değiştiğini söyleyebilirsin. Bir gün arkadaşlarımla buluşabilmek için planlar yapıyordum, bu yüzden iki saat sonra iptal ettim ve yalnız zaman geçirdim, sıkıldım ve aynı eski dostları aradım. Davranışım dengeli ve dengesiz, mantıklı ve mantıksız, aklı başında ve sağlıksız, bilinçli ve bilinçsiz; Bu sonsuz bir meydan okuma gibi.
Şimdi diğerleri için ailelerimizden başlayalım. Ebeveynler sevilmediğinden değil, sonunda çok çaba harcıyorlar. Ama bu kadar iyilerse, bu kadar mükemmellerse neden herkesin ailesiyle en az bir sorunu var? Kimine göre giyim tarzı, kimine göre arkadaşları, kimine göre makyajı, kimine göre psikolojik sağlığı, kimine göre de cinsiyeti. Ya da bunu okuyanlara sormak istiyorum, babanla kaç anınız var?
Özellikle toplumumuzda babalar duygusal ve fiziksel olarak çok mesafelidir. İşten eve gelmedi, geldiğinde bir şey söylemeden merhaba dedi, babamız yattı. Bizimkiler ne zaman buraya geldi? Eleştirecek bir şey bulamıyorsunuz. Hele birinci sınıf bir öğrenci değilseniz bu sözlere karşı hiç şansınız yok. Bu anne ve babaya müsamaha gösterilecek mi? Aşktan çok eleştiren, gülmekten çok sinirlenen, övmekten çok azarlayan anne babadan kim kaçmak istemez lütfen söyleyin. İkinci kısım, bilmediğimiz şeyler. Birbirini tanımayan insanların birbirlerine karşı ne kadar acımasız olabildiklerinin farkında mıyız?
Özellikle yoldan geçenlerin bakışlarını eleştirenler kendi güvensizliklerini yansıtıyorlar. İki forvet de birbirini suçladı, biri diğerine “Öküz!” dedi. diğeri, “Öyleyse yolun ortasına gitme!” dedi. konuşmak. Hiçbiri “Üzgünüm, acelem vardı ve fark etmedim” demedi. Böyle insanların olduğunu inkar etmeye çalışsa da soruyorum size hayatınızda kaç kez böyle bir vakayla karşılaştınız? İnsanlar günahlarını kabul etmezler, başkalarını suçlarlar. Hata yapmadı, diğer kişi onu köşeye sıkıştırdı. Ya da kasiyer ona o kadar kaba davrandı ki sabahtan beri 5 saat iş başında durmaktan hiç bıkmadı, ne yazık! Başkalarının da sonuna geldik arkadaşlara sıra geldi. Şu dünyada arkadaşlarıyla kavga etmemiş insan bulmaktan daha zor yalnızca bir şey vardır, o da kavga etmemesinin sebebi gizlice birbirinden nefret etmeyen arkadaşlar bulmaktır. Kavga etmek demek; birbirine kendi fikirlerini ifade edebilecek kadar özgüveni, özsaygısı olması demektir.
Arkadaş dediğini bir gün seversin, bir gün söversin, bir gün översin, bir gün kırarsın, bir gün kıskanırsın, bir gün kıskanırsın. Peki deyin bana, böyle bir ilişki sizin kulağınıza sağlıklı geliyor mu? İki insanın birbirini hem sevip hem de içten içe nefret etmesi sağlıklı mıdır? Yani bir arkadaş böyleyse, arkadaş da böyle midir? İşte bu fark burada devreye giriyor. Sevdiğin kişiye küfür etsen de, hakaret etsen de özür dile, kırsan da öv. Dostun öyle saf bir sevgisi vardır ki, en güzel şelalede, en güzel pınarda, en güzel nehirde bile böyle saf su bulamazsın. Hayat insanlara tahammül etmek ne kadar kısa olursa olsun, sen yanlarındayken insanlar acı çeker. Ne de olsa hayat dediğimiz şey dostların varlığıyla canlanır.