Odam çok soğuk olduğu için gece birden uyandım, biraz da susamıştım tabii. Mutfağa indim ve bir şişe su aldım. Bir kısmını aldığımda içtim. Ardından basamakları çıkarken fark ettim ki üstümde gündelik ev kıyafetlerim vardı. Uyuya kalmışım diye düşündüm kendi kendime biraz halime güldüm ve üstümü değiştirmek için pijamalarımın olduğu dolaba yöneldim.
Üstümdeki kıyafetleri katlayıp yerine koydum. Ardından pijamalarımı olması gerektiği yerde bulamadım, yoklardı. Hatta onun yerine ne görsem beğenirsiniz? Eski kız arkadaşımın bana verdiği tişört! Annem katlamış ve pijamalarımın olması gereken yere koymuştu. Ayrılalı sekiz ay oluyordu. Vazgeçmek ve kaybetmek arasında kalmıştım kendimle savaş veriyordum sanki. Ondan vazgeçeli sekiz ay olmuştu, vazgeçmiştim ama acı çekiyordum ne kadar normaldi. Onu kaybedeli sekiz ay olmuştu, içimde bir acı değil boşvermişlik vardı. Nasıl bir çıkmaza düştüğümü bilmiyordum. Her gün acıma acı ekleniyor ve boşvermişliğim, umursamazlığım artıyordu. Ona alıştığım kadar onsuzluğa da alışmak zorunda kalmıştım. Sekiz ay onsuz bomboş ve anlamsızdı.
Bir tişört bile bana bu kadar şey hatırlatırken nasıl vazgeçtim diyebilirimdim ki? İçimde bir burukluk vardı ve bir yudum daha su içmek istedim, yutkunamadım. İçimde bir yangın vardı söndüremedim. Sakince tişörtümü çıkardım ve yatağa girdim. Sırt üstü uzanıp camdan gökyüzünü izlerken aklım ondaydı. Tekrar dönse bana ne güzel bir hayaldi benim için. Bir an düşündüm geri dönse, ben döner miydim ki ona? Vazgeçmemiş miydim ondan sonuçta? Neydi içimdeki bu kızgınlığın sebebi, kendime ve ona! Aklıma geldikçe o içten gülüşü, samimi ve sevgi dolu bakışı, içimi huzur dolduran öpüşü… Bunları düşünmem bile geçiriyordu ona olan kızgınlığımı, öfkemi. Nasıl bir boşluktaydım?
Her şeyden çok istiyordum onu yanımda ama çok korkuyordum tekrar onunla olmaktan. Tekrar onunla hatalar yapmaktan, tekrar ona bağlanmaktan. Kapı çaldı birden, endişe ve merakla inerken merdiven basamaklarını birer birer, bir ihtimal, dedim. Bir ihtimal.. Yavaşça yöneldim kapıya. Onun olma ihtimali, ellerimi titretiyordu tıpkı ilk buluşmalarımızdaki gibi. Sakinleştim ve kendime geldim. Yavaşça kapıyı açtım. Karşımda görmek istediğim yüz, görmek istediğim kişi vardı. Donup kalmıştım. Neden bugün? Neden sekiz ayın ardından bugün? Neden bu gece? Tam aklıma geldiği saatte! Hiç bir şey söylemedim. Gözlerimi evin içine doğru çevirdim sanki buyur edercesine.
Hiç bir söylemedi. Oturdu salondaki o sıradan gördüğü koltuğa. Oysa ilk filmimizi beraber izlemiştik o koltukta. Tekrar onu aynı yerde görmek, hiç bir şey ifade etmiyordu bana. Sanki ruhsuz boş bir beden gibi hiç bir şey düşünmeden ve hissetmeden izliyordum onu. Her şeyden daha çok istiyordum onu affetmeyi. Yaptığı her yanlış için geçerli bir açıklama bulabilcek miydi bana? Tekrardan onu, sevebilmem için; her şeye yeniden başlayabilmek için. Dudaklarını haraket ettirdi. Sanki bir şey söylemek istiyordu. Onunda kelimeler boğazında düğümleniyordu. Oda kırmak istiyordu bu sessizliği. Gözleriyle “ Kurtar beni! Affet beni!” diyordu. Yoktu hiç bir engel birbirimize kavuşmamız için. Yanyanaydık, aynı odada, ne tutuyordu ki bizi? Kim engelliyordu kalkıp ona sarılıp öpmemi? Kimse yoktu bizden başka. Biz çizmiştik bütün sınırları birbirimize. İkimizin içindeki burukluklar sebeb oluyordu bunlara. Birer kelime çözse ağzımızdaki düğümleri; ne çok şey vardı ikimizin de söyleyeceği. Ben sadece onu izlemeyi tercih ediyorum.
Birden kapı sesiyle uyandım. Rüya olduğunu bilmiyormuşçasına üzüldüm. Bir ihtimal demiştim kendime! Bir ihtimal… Derin bir “of!” çekip bu konuyu kapattım kendi içime. Merdivenlere doğru yöneldim ve birden aklıma geldi. Sonuçta kaybetmişti. Bu düşüncelerden sonra içine gelen ferahlık, bana şunu öğretti: Bir şeyden vazgeçmek, her zaman kaybetmek anlamına gelmez.