TESTİ KIRILDIKTAN SONRA ATILAN DAYAK
“Çocuk arkadaşının elinde, uzun zamandır sahip olmayı çok arzuladığı oyuncağı gördü. Onu o kadar beğendi ki, ona sahip olma hayalleri kurarken, içindeki ‘gizlice alma isteğini’ durdurmadan, hızlıca cebine koydu. Annesi bu olayı fark ettiğinde, ona en korktuğu cezayı vermesi gerektiğini düşündü . Bir daha böylesine utanılacak bir davranışı yapmasına engel olabilmeliydi.
Çocuk, odasından çıkmama cezası aldığında, annesi onun odasında yaptığı olumsuz davranışı düşünmesini istemişti. Onun ise hissettiği duygu öfke ; düşündüğü ise “bir daha yakalanmamayı” nasıl başarabileceğiydi.
Ceza, suç işleyen kişide bir utanç ve pişmanlık duygusu yaratarak onda bir davranış değişikliği yaratmayı amaçlamaktadır. Yani, ceza, olumsuz davranışları durdurmak amacıyla verilir. Ancak durdurduğu şey tam olarak nedir gerçekten?
Kişi bir olay karşısında, davranışlarını nasıl belirler?
Bir hayvana eziyet eden birinin, yakalandığında ceza alacağını bildiği için mi kendini durdurmasını isteriz, yoksa hiç kimsenin onu görmeyeceğini bildiği halde hayvanlara şefkatli davranmasını mı?
Dostoyevski “Eğer insan bir hapishanenin dehşetini yenebiliyorsa, her şeye katlanabilir” der. “Her şey” de anlatmak istediği, hapishane yaşantısının çok acı verici ve zor olduğudur. Özgürlüğü kaybetmek bir insan için çok ağır bir durumdur. Bunu yaşamış bir kişi bir daha aynı durumu yaşamak istemeyebilir. Bu da onun suç işlemesini engeller” şeklinde bakabiliriz. Tabi eğer onuru ve vicdanı gelişmişse bu bedel ona ağır gelecektir. Ancak, hapis cezası alma fikri bir kişiyi yeterince ürkütmüyorsa ne olacaktır? Oradaki yaşantıya katlanabilecek kadar rahatsa? O zaman o kişiyi ne durduracaktır?
Vicdan içsel bir deneyimdir. Ceza vicdanı geliştirmez, aksine vicdansızlığı körükler. Çünkü, ceza alan kişi, bedelini ödediğinde tekrar yapabilme hakkını kendinde görebilir. Ya da, ceza almış olduğundan dolayı daha fazla kızgınlık yaşayacağı için, bir sonraki sefer suçunu daha fazla arttırır. Cezaya mahrum kalacaksa da, yakalanmamak için çaba sarfeder. Bu sonuçların hiçbirinde şefkat, merhamet ve vicdan duygusu yoktur.
İşlenen her hangi bir davranış cezalandırılırken, diğer bireylerde bu davranışın yanlış veya kötü olduğu yönünde bir bilincin gelişmesine yol açmak istenir. Oysa ki, bir davranışın iyi ya da kötü olduğunu, verilen cezanın büyüklüğü değil, kişiye ya da başkalarına ne kadar zarar verdiği belirlemelidir.
Insanlar “kötü” olarak doğmazlar. Her suçlu yetişkin de bir zamanlar çocuk olmuştur. Birey, çocukluktan yetişkinliğe doğru giderken, çevresi o çocuğun nasıl bir kişi olacağını büyük ölçüde belirler. Öyleyse, kişilerin, suç işlemelerini önlemek için iyi koşullarda yetiştirilmiş olmaları gerekmez miydi?
Barry Sanders “Cinayetler ve cehalet birbiriyle ilişkili. Pişmanlık ve suçluluk duygularını ortadan kaldıran cehalet, tetiği çekmeyi kolaylaştırır. Tabanca, cehaletin kalemi olmuş durumda” demiştir. Yani, eğitim suç oranlarını azaltmak için en iyi yöntemdir.
İnsanlar, hukuk kurallarına ve adalet sistemine güvenmek isterler. Bu konuda yaşanılacak bir güvensizlik, toplumda huzursuzluk yaratır. Ayrıca, suçluluların cezalarını çekeceklerine inanmak isterken, öte yandan da, suç oranlarının düşmesini , suçun önlenebilir olmasını , kendilerini güvende hissedebilmek için daha fazla isteyeceklerdir. Çünkü ,testi kırıldıktan sonra atılan dayağın bir önemi yoktur. Testiyi korumanın yollarını bulmak gerekir.