Terk edilme duygusu

Bir ortamı, bir kişiyi ya da bir hayatı terk etmek kime zordur? Terk edene mi yoksa terk edilene mi? İşte yıllardır insanların tartıştığı fakat ortak bir cevap bulamadığı o soru… Tartışılsa da aslında çok fazla, yaşamdan tam olarak anlayamayız, anlatamayız bu duyguyu.

Çok basit bir örnekten düşünelim mesela. Bir öğrencisiniz ve eğitiminiz için yurt dışına gitmek durumunda kaldınız. Yaşınızı biraz küçük düşünelim, 17-18  civarlarında olsun. Daha liseli bir gençken tüm hayatınızı geçirdiğiniz bir ülkeyi, bir aileyi, bir evi, bir arkadaşı, bir mahalleyi ve daha birçok şeyi birden terk edip çok farklı bir hayata adım atmak oldukça güç bir durum olurdu değil mi?
tabii gençken insan bırakacağı şeyleri düşünürken aklına ilk olarak ailesi ve arkadaşları gelir. Yaşanan onlarca anıyı geride bırakmak ve küçücük bir sarılmaya bile hasret kalmak o gencecik yaşta çok zordur insan için. Bu olay terk etmenin fiziksel halidir tabii. Çok da basit bir örnektir bu , hayatın her anını deneyimlemiş ve yaşını almış olan insanlar için…

Bazı durumlarda ise bir yeri terk etmek zorunlu olmayabilir. Örnek vermek zor çünkü kişiden kişiye değişir terk edilme duygusu. Elbet ki çok kötüdür biri tarafından bırakılmış bulunmak ve bir başına hissetmek. Duygusal bir terk edilmeden bahsetmek için, aşk duygusu verebileceğim en güçlü örneklerden biri. İki kişinin arasında yaşanmış karşılıklı aşk kadar güzel bir duygu yoktur bence. İki aynayı birbirine göstermek gibidir karşılıklı sevgi. Ne kadar derine inersen in sonunu göremezsin çünkü görüntü sonsuza kadar gider. Fakat bu aynalar sadece birbirlerine bakarken görüntü sonsuzdur. Eğer aynalardan birini yerinden alır ve yerine cam koyarsak diğer ayna boşlukta kalır. Cam, aynada kendini görür fakat ayna ne camda kendisini görebilir ne de camın arkasında ne olduğunu görebilir. İşte biz bu aynanın terk edilmiş olduğunu varsayabiliriz. Kısacası terk edilmek insanda boşluk hissi yaratır. Güneş eskisi gibi doğmaz artık, yağmur eskisi gibi yağmaz, rüzgar eskisi gibi esmez… Zevksiz bir kara deliğe dönüşmeye başlarız. Aslında her şey aynıdır ama hiçbir şey aynı değildir. Çayı şekerli de içersin şekersiz de çünkü artık tadı fark etmez. Bu terk edilme fiziksel olmak zorunda değildir tabii. Aynı çatının altında iki yabancı da olabilirsiniz. Bir duygunun eksikliğini de hissedebilirsiniz. Aynı şeyler farklı hissettirmeye başlayabilir. Bazı anlar gelir eski zamanlara geri dönmek isteriz. Çok özleriz eski duyguları, karnımızdaki kelebekleri, ilklerimizi… bu duyguları yaşadığımız kişiler gidince de gider mi tüm anılar? Anılar kalır fakat hisler kaybolur yavaş yavaş. Terk edildikten sonra üzülürüz, alışırız ve unuturuz.

Yanlış! Asla unutmayız. Evet belki artık yıllar bile geçmiştir ama unutmayız. Sadece alışırız ve öyle kalır. Alıştığımız şey ise üzüntü değildir. Bizler kendimizi onsuzluğa alıştırırız, terk edilmişliğe alıştırırız. Artık koskoca yatağa bir başına yatmaya alışmışsındır. İki kişilik minicik yemek masası bile sana büyük geliyordur artık. Ama o eski çekmeceyi açıp yıllanmış fotoğrafları gördüğünde, onu unutmadığını, sadece onsuzluğa alıştığını görürsün. Ancak artık o gözler o geçmiş fotoğraflara eski hasret dolu bakışlarla değil yılların kabullenmişliğiyle bakar ve fotoğrafları aldığın yere geri koyarsın. Çünkü sürekli eksik olan, bir süre sonra gerekli de olmuyor…

(Visited 19 times, 1 visits today)