Bugün Yaren’in, sırdaşımın, doğum günüydü. Bir rutin haline getirdiğimiz gibi 00.00’da Yaren’in odasına elimdeki küçük, yuvarlak, krem şantiden ne olduğu anlaşılmayan pastayla yarenin odasına bodoslama daldım. Ama bir şey yolunda değildi. Yaren olması gerektiği yerde, ördekli yorganının altında değildi. O an yüzümü yalayıp geçen rüzgârın tatlı esintisinin beni uyarmasıyla pencereye doğru koşuşturdum. Gözlerim açık pencereden bahçeyi radarına almış gibi, tek önemli şey oymuş gibi tarıyordu. Eğer gerçekten ‘Teen Wolf’ olsaydım Derek benimle gurur duyardı. Ama ne yazık ki daha bilimsel olarak bile genç sayılmıyordum. Yarenin göz radarıma takılmadığı her saniye daha da saçmaladığımı fark ederek silkelendim. Birkaç saniye sonra bahçeden gelen tıkırtılar dikkatimi çekmeyi başardı. Gökyüzündeki şimşekle hatta Iron Men’le yarışılabilecek hızla bahçeye ışınlandım. Benim bahçeye nerdeyse bir solukta ışınlanmamla Yarenin işaret parmağını dudağına götürmesi bir oldu.
Ben Yarene bakıyor, Yaren saatine bakıyordu. En az birkaç dakika bu bakışma seansımız sürdü. En sonunda ya sabır çekerek Yarene doğru tam bir adım atmıştım ki ayağımın halata dolanarak tepe taklak ağaca asılmamla çığlığım saniyeler içinde sessiz bahçeye ses getirdi. Yaren sanki benim ters düz olmam önemli değilmiş de ses çıkartmam daha önemliymiş gibi bana son bir bakış atarak saklanacak başka bir yer aramaya gitti. Ben ise yandaşımın beni arkasında bırakarak gitmesine aslında daha çok olayın ne olduğuna, neden kaz tüyünden daha yumuşak olan tozpembe yorganının altında Yarenin beni beklemesi yerine neden burada olduğunu merak ediyordum. Ve anlaşılan sorularımın cevabı için Yaren’i falakaya yatırmam gerekiyordu. Tabii bunun içinse halattan kurtulmam gerekiyordu. Hayır yani neden bir gün Allison gibi olabileceğimize inanarak kendi kendimize havalara girdik ki? Altüstü akıllı ve hayırlı evlat olmamız yeterliydi.
Sonunda kesmeyi unuttuğum tırnaklarım sayesinde, azıcık(!) hasar alsam bile artık Yaren’i falakaya yatırabilirdim. Bahçeyi 3. turlamamın sonunda Yarenin Boncukla, sokaktan sahiplendiğimiz köpek yavrusuna verdiğimiz isim, bana yüzlerindeki sırıtmayla bakmalarından başından beri bu iki şımarığın bir işler karıştırdığını anladım. Ama birazcık geç kalmıştım doğrusu. Kafama yediğim kürekle önce, bunun şaka olduğunu düşündüm. Takvim ve şımarık ikilinin gülüşleri de bunu destekliyordu: 1 Nisan. Yarenin gülüşmeleri, boncuğun havlamaları benim onlardan kaç tane olduğunu anlamaya, saymaya çalışmamın arasında birisi doğum günümü kutluyordu. Tepetaklak düşüncelerimin arasında konuşanın Boncuk olduğuna karar verdim. İyi de bugün benim doğum günümse ben niye tozpembe yorganımın altında değildim? Neyse en iyisi gözlerimi kapatmaktı.