Sabahın erken saatlerinde güne başlamak, teknolojiye olan bağımlılığımı ortadan kaldırmanın ilk adımıydı. Telefonun alarmı yerine, doğanın uyanışını dinlemek harikaydı. Sabah serinliği eşliğinde kahvemi hazırlarken, güneşin ışıklarının içeri süzülmesini izlemek bambaşka bir deneyimdi. Teknolojik cihazların monoton sesleri yerine, dışarıdaki kuşların cıvıltılarını duyuyordum. Yavaşça kahvaltımı hazırladım; hiçbir şey acele etmiyordu. İşte bu, günün en güzel anıydı: doğayla ve kendimle baş başa vakit geçirmek.
Akşamları ise ekranlara bakmak yerine kitap okumaya başladım. Daha önce zaman bulmakta zorlandığım kitaplara vakit ayırmak, beni hem sakinleştiriyor hem de öğrenme isteğimi artırıyordu. Kitapların sayfalarındaki her kelime, beni dünyadan uzaklaştıran bir kaçış gibiydi. Teknoloji olmadan geçirdiğim her akşam, gerçek huzuru hissetmeme yardımcı oluyordu.
Her ne kadar alışmak zor olsa da bunu başarmaya çalışıyordum. Neredeyse kimseyle haberleşemiyor veya mesajlaşamıyordum. Bu durum beni bazen zorlasa da olumlu yönleri de vardı. Örneğin; doğayla iç içe daha fazla zaman geçirebiliyordum, kitap okuma alışkanlığı kazanmıştım ve en önemlisi, kendim için yararlı şeyler yapmaya başlamıştım. Günler geçtikçe, teknoloji olmadan daha fazla doğayı keşfetmeye başladım. Bahçeye çıkıp bitkilerle ilgilenmek, toprağa dokunmak doğaya olan bağlılığımı artırdı. Her bitkiyi sulamak, her çiçeği görmek bana dinginlik veriyordu. Her şeyin yavaş ilerlediği, sade bir dünya vardı. Bahçede geçirilen birkaç saat, benim için en değerli anlardan biri haline geldi. Teknolojiden uzak geçirdiğim zamanın ne kadar rahatlatıcı olduğunu fark ettim.
Her zaman teknolojisiz bir hayatın mümkün olmadığını da anladım. Teknoloji ve doğanın dengeli bir şekilde bir arada kullanılmasının, hayatımızı daha faydalı ve anlamlı hale getirebileceğini keşfettim.