Yatağımda saatin daha çok erken olduğunu düşünerek gözlerimi açmaya çalışırken bugünün pazar olduğunu hatırladım. Okul yoktu. Bunu hatırlamayı çok seviyordum sanki ne hata yaparsam yapayım her daim arkamda duran bir annem varmış ve bana hep yardım ediyormuş gibi hissediyordum bunu hatırlayınca. Yatağımda biraz daha yattıktan sonra kalktım. Telefonumu alıp saate bakacaktım ki telefonumu bulamadım. Aşağıda bıraktım herhalde diyerek önemsemedim ve biraz daha gözümü dinlendirdikten sonra kalkıp aşağıya indim.
Mutfağa indiğimde ne mikrodalganın ne fırının ne de mutfağın hemen yanında olan salonun duvarına küçük bir tahta ile sabitlenmiş televizyonun orada olmadığını fark ettim. Ne oluyordu? Taşınıyor muyduk acaba? Haberim olurdu herhalde. Annemlere ne olduğunu sormak için seslenirken dışarıda arabalarımızın olmadığını fark ettim. Evde değiller herhalde diye düşünürken annem, babam ve kardeşim aşağıya indi. Onlara ne olduğunu sorduğumda sihirli bir şekilde sabah kalktıklarında bütün teknolojik aletlerin yok olduğunu söylediler. İlk başta benimle dalga geçtiklerini sandım ama sonra dışarıdaki evlerin garajlarında da arabaları olmadığını fark edince doğruyu söylüyor olabileceklerini düşündüm. Demek ki uzaylılar gerçekmiş veya Elon Musk ışınlanmayı icad etti diye düşünürken dışardan geçen insanları gördüm. Hepsi ne kadar da telaşlı gözüküyorlardı. Biri arabasını bulmaya çalışıyor, diğeri yerlerde üç gündür orada duran ve soğuktan buzlaşmış karları kırıp altında teknolojiyle alakalı bir şey bulmayı umuyordu. Bu kadar mı bağımlı olmuştuk teknolojiye? Evet haberleşmek veya her bir yere gittiğimizde elimizde kocaman haritalarla dolaşmamamızı sağladığı için teknolojiye ihtiyacımız vardı ama onlarsız da bir yaşam olabilirdi. Mutfağın tahtalarla sekiz farklı bölmeye ayrılmış iki katlı camından dışarıdaki bağımlı ve telaşlı insanları yargılamam bittikten sonra yemek yemeye koyuldum. Neden bu kadar sakindim bilmiyorum ama sanki içimde bir ferahlık vardı. Sabah sabah Whatsapp’tan gelen mesajların hepsine bakmak zorunda olmamak veya beştepenin uygulamasında yayınlanan başarılı insanları görüp hayatı sorgulamaya başlamamak veya Candy Crush’tan gelen “Çabuk ol … adlı kişi seni geçti” mesajının gelmemesi ve benim de oturup kesinlikle hırs yapmamam gereken zamanda ve yerde hırs yapıp bir buçuk saat boyunca orada o yarışmada birinci olmaya çalışmamam nedense içimde bir ferahlık yaratmıştı. Sanki artık tek yapmam gereken yemek yiyip, kitap okuyup, uyumaktı ve bu fikir benim çok hoşuma gidiyordu. Öyle de yapacaktım zaten. Yemeğimi yiyip yukarı kitap okumaya çıkarken merdivenlerde donup kaldım. Sanki bir anda felç kalmıştım. Yürüyemiyordum. Paniklemeye ve kendimi yürümek için zorlamaya başladığımda vücudumda salgılana adrenalin yüzünden uyandım.
Her zamanki gibi hepsi bir rüyaydı. Telefonum yanımda ve bir sürü mesajla doluydu. Hayattan sıkılmış ve yorulmuş bir şekilde yatağımdan kalkacakken bugünün pazar olduğunu hatrıladım. İşte bu his her şeye değerdi. Bu his birazdan annemin dünyanın en yüksek elektrikli süpürgesiyle odama hiç aldırış etmeden girip, temizlik yapmasına veya babamın aşağıya iner inmez ödev yapmamı söylemesine sinirli ve ergence bir şekilde cevap vermemi engelliyordu. Bu yüzden daha evden atılmamıştım herhalde.