Her pazartesi sabahı konforlu, sıcacık yatağımızdan çıkmak ne kadar da zordur bizim için. Geçirdiğimiz yoğun veya rahatlatıcı o iki, su misali günden sonra tekrar aynı döngü içine gireceğimizi bildiğimizdendir belki de bu. Bazılarımız bahanelerini arkasına takarak bu sorumluluktan olabildiğince kaçacaktır, kalanlar ise hedeflerini görmezden gelmeyi göze alamayacaktır. Peki bu kalanlar dediğimiz kitle neden rahatsız edici durumlardan kaçmayı değil de kendini tam da bu durumlarda bulmayı umut ediyor?
Riskler hayatımızı konfor alanından çıkarıp belirsizliklerle dolu bir kapıya doğru sürükler. Bu yolda ilerlerken kapı ilk göründüğünde küçücük gelir gözümüze, güleriz, “Bu muydu yani?” deriz, hatta kapının büyüklüğü hakkındaki kulaktan kulağa gelmiş tecrübelere de burun kıvırırız. Sonra ivmemizi arttırırız bu özgüvenle, biraz daha ilerleriz ve kapının gitgide büyüdüğünü görürüz. Bu sefer de anlık olarak ortaya çıkmış bu hesapsız özgüven bir anda yerle bir olur, sonucunda ise fazla salgılanmış kortizol hormonlarımız ile baş başa kalırız. Bir süre bu kortizoller bize eşlik eder yol boyu, yanında da fiziksel ve mental olmak üzere iki türde negatif etkilerini elimize tutuşturur. Daha olayın nereden nereye geldiğini algılayamamış olan bizler tepki bile veremeden elimizden geldiğince yola devam ederiz. Bir noktada artık bu yüklerle ilerlemenin ne kadar zor ve yorucu olduğunu kavrayıp bu şekilde bir yere varamayacağımızı anlarız. İşte tam da o an dinlenmeyi seçip soruna çözüm odaklı yaklaşanlarımız zamanla güçlenecek ve kestirme yoldan ilerlemeyi akıl edecek hale gelecektir. Yanlış giden her şeye rağmen kendini zorlayanlar ise güneşin sıcaklığıyla kavrulup gidecektir. Her zorluğa göğüs germiş, nerede durması nerede koşması gerektiğini anlayabilmiş, kendinden ödün vermemiş ve işin püf noktalarını görebilmiş insanlar en sonunda kapıya vardığında durup kapıya bir süre bakacak, biraz soluklanacak ve gururla diyecektir ki “Kapı gerçekten de ne kadar büyükmüş.”. Kapı gerçekten de çok büyüktür. Ulaşılamaz veya içeriye girilemez demiyorum ama hak edene kendini gösterendir diyorum.
Hedefleri olan insanlar elbette emin adımlarla ilerleyecektir kendi yolunda, yeri geldiğinde nefes almayı da bilecektir ama günün sonunda oraya ulaşmanın önemini bilerek onu hak etmeyi kendine asıl amaç edinecektir. Kendini zorluktan zorluğa atarak her anından da zevk alacaktır çünkü bilir ki kapının ardı aydınlık. O aydınlıkta bir gölge gibi silik ve gri olmak onun için hedefine ulaşmak olmayacaktır, asıl amacı diğerleri gibi dolu dolu bir hayat sonucu istediği yere geldiğinde parlamak ve aydınlığa karışmaktır. Bunun içindir ki her pazartesi sabahı o sıcak yatağından kalkacak ve kendinin en iyi versiyonunu elde edene kadar çabalayacaktır. Bu çabasını da minimuma en doğru şekilde nasıl indirmesi gerektiğini araştırıp bulacak ve olaylara holistik bir açıdan bakacaktır. Böylece kendini de ihtiyaçlarını da isteklerini de göz ardı etmemiş olacaktır. Sonuçta hepimiz birer insanız ve parça-bütün ilişkisini, dengeyi kendimizden esirgeyemeyiz. Paulo Coelho’nun bir sözü gözüme ilişmişti bir yerlerde “Tekne limanda güvendedir ama teknenin amacı bu değildir.”. Tekne süs gibi limanda kala kala pas tutar ve zamanla işlevsiz hale gelir, çürür ama teknenin amacı bu değildir.