Küçüklüğümden beri bilimsel gelişmelere büyük bir ilgi duymuş, onları yakından takip etmiştim. İlk kez okula gidişimi hatırlıyorum da ne kadar heyecanlanmıştım. Küçük bacaklarım okul yolunda durmadan titremiş, karnıma ağrılar girmişti. Annem okulun bize bilimle bağlantılı şeyler öğrettiğini ve kişisel gelişimimize yardımcı olduğunu söylemişti. Eğer öyleyse benim için okula gitmek büyük bir zevk kaynağıydı.
Yaşım biraz daha ilerledikten ve ben biraz daha olgunlaştıktan sonra her derste başarılı olmak istediğime ve bunun uğrunda gerekeni yapmam gerektiğine tüm kalbimle inanmıştım. Fakat bu yolda büyük bir rakibim vardı. Sınıfımızda oldukça tembel ve haylaz bir çocuk bulunuyordu. Tüm saygısız hareketlerini ve çalışmaya olan isteksizliğini gördükçe içten içe alevleniyor ve ondan gitgide uzaklaşıyordum. Fakat nasılsa bu çocuk oldukça başarılıydı. Derslere karşı artan bir ilgisi var gibiydi. Benim bilmek istediğim tüm soruları yanıtlıyor ve kimseye fırsat vermiyordu. İstemediği tek şey tekrar etmek ve çalışmaktı.
Ben ise çalışmayı, tekrar yapmayı kendim için keyifli hale getirmeye çalışıyordum. Farklı öğrenme yollarını araştırıp kendi üzerimde deniyor, en faydalı olanını uyguluyordum. Bu yoğun çalışmalarımın sonuç verip vermeyeceği ile ilgili büyük endişe duyduğum günlerden birinde sevdiğim bir öğretmenime danışmaya karar vermiştim.
Öğretmenime çalıştığımı, fakat çalışmadan da başarabilen kişileri gözlemlediğimi anlattım. Çalışmak gerçekten gerekli miydi? Belki de o çok çıkmak istediğimiz dağa tırmanmaya gerek yoktu. Sadece dağı sevmemiz yeterdi. Öğretmenim gözlerini yere sabitlerken yüzünde bir tebessüm belirdi. ”Çalışmak başarıya giden en temiz, en kesin yoldur.” dedi bakışlarını bana çevirirken. ”Başarıya giden diğer yollar adaletten yoksun ve çatlamaya mahkum yollardır.”
O gün öğretmenimin ne demek istediğini anlayamamıştım ama çalışmaya devam ettim. Ve birkaç ay sonra öğretmenimi kendi deneyimlerimle anlamış oldum. Çalışmayan ama sadece ilgi duyan sınıf arkadaşım artık soruların cevaplarını bilemez olmuştu. Konular genişledikçe ve birbirleriyle bağlantıları arttıkça arkadaşım hepsini birden unutmuş ve derslere duyduğu herhangi bir duygunun da önemi kalmamıştı.
Çocukluk yıllarımdaki bu önemsiz gibi görünen deneyimlerim hayatımda bana yolumu çizmemde ve istediklerimi elde etmemde çok yardımcı bir rehber oldu. O günden itibaren anladım ki gerçek ve adil bir başarı çok çalışmaktan ve sadece çalışmaktan geçiyormuş. Çalışmaktan yorulmak, başarı için başka yollar aramak ve bu yollardan yürümeyi denemek büyük bir hataymış. Balzac’ı yaşamımda izlediğim ilkeyi en iyi anlatan ve ilkem olan şu sözleriyle anıyorum: ”Bilginin efendisi olmak için çalışmanın kölesi olmak gerekir.”