İnsan, yüzyıllardır kendi görüşünü savunan ve fikirlerinin arkasında durarak başarıya, isteklerine ve çoğunlukla mutluluğa ulaşmış bir varlıktır. Biz insanlar bildiğimizi okumayı sevmekte ve eğer kendi fikirlerimize gerçekten inanmaktaysak, diğerlerinin düşüncelerini de pek önemsememekteyiz.
İnsanın yaratılışı gereği bu özelliğinin ağır basması kaçınılmazdır. Fakat bir gün olur da, tüm dünya aynı fikre körü körüne inanmaya ve bu fikrin arkasında durmaya, aynı fikri savunmaya başlarsa bir nevi hem huzura, dinginliğe doğru yola çıkmış fakat aynı anda kargaşaya doğru da yelken açılmış olur. Bu fikri daha iyi anlamak için olayı basitleştirerek düşünmemiz ve örneğimizin boyutunu küçüğe indirgememiz doğru olur. Bir oda dolusu insan düşünelim, yaklaşık 10 kişi, hepsi aynı fikirde, aynı şeyi savunuyor. Doğal olarak ilk birkaç saat ya da gün sıkıntı çıkmaz, tersine huzur olur ancak fikirler çeşitlendikçe ve değiştikçe işler tersine dönebilir. Örneğin yanlış olan bir bilginin biri tarafından doğru olarak kabul edilmesi o odadaki herkes tarafından yani yaklaşık 10 kişi tarafından kabul edilmesi demektir ki bu da oldukça az bir sayı olsa dahi daha büyük oranlarda düşünülürse küçümsenemeyecek kadar da büyük bir miktardır. İnsan sayısının artmasıyla doğru orantılı bir şekilde artan yanılma da çok büyük bir sorun oluşturabilir. Bu olay bana Tolstoy’un bir sözünü hatırlatıyor: “Çoğunluk aynı fikirde diye yanlış bir şey, yanlış olmaktan kurtulmaz.” Herkesin aynı yanlışa inanması o fikrin aslında neyi temsil ettiğini ve özünde neye inandığı gerçeğinin değişmesi için bir neden değildir.
Şöyle düşünelim: Eski çağlarda insanlar Dünya’nın düz olduğuna inanıyordu fakat bildiğimiz üzere bu doğru değildi. O dönemlerde bu fikre inanmayan sadece 3-5 kişi vardı, yuvarlak olduğuna içten içe inanmak isteyen. Ancak onlar insanlığın gelişimi için konuşmak istese de susturuluyordu. Yerlerine oturtturuluyor ve hatta idam ediliyorlardı. Skolastik düşünen bu insan topluluklarının herkesi aynı düşünceye düğümlemeye çalışması; insanlığın, bilimin ve akılcı düşüncenin gelişimini engelliyordu. Lowell’in bir sözü vardır: “Yalnız aptallarla ölüler fikirlerini değiştiremezler.” İşte tam da bu yüzden, uyuşuk beyin yapısıyla düşünen toplumların herkesi kendine benzetme ve herkesi aynı düşünce dümenine bağlama isteği, gelişimi duraksatıyor.
Bu gelişime kapalı beyinler ve bu beyinlerin yaşadığı hayatların monotonluğunun oluşturduğu sıradanlık yüzünden yeni olan herhangi bir şeye ihtiyaç duyulmaması gelişimin duraksamasından gerilemeye doğru atılan ilk adım olmakta. İnsanların farklı bir düşünce bulutuyla karşılaşmaması merak duygusunun ölmesine ve onun da yaratıcılığın katili olmasına sebep olmuştur. Bu sebeplerden şu ana kadar her gün görüp kullanmış olduğumuz ve ihtiyaç duyduğumuz o teknolojik aletlerin hiç birinin oluşamaması büyük bir sıkıntıya sebebiyet verirdi.
Sanki geçmişte yaşanmış ve şuan yaşanma ihtimaline imkân dahi veremediğimiz bu aynı beyaz duvardan yapılma beyinlerin ele geçirdiği bir toplum fikrinin olamayacağını nerden bilebiliyoruz? Bugün yatmadan önceki çeşitli düşünceleri barındıran ortama yarın da uyanabileceğimizi kestirebilir miyiz peki? Yarın uyandığımızda yattığımızdaki gibi düşünebilmemiz dileğiyle…