AMAN! Ne yaptığını sanıyorsun sen?! Bu hikayeyi sakın okuma! Aklını başından alacak! Hemen o bilgisayarı kapat! Peki, anlaşılan birileri söz dinlemiyor. Başlıyorum.
Adım Eylül ve çok korkak biriyimdir. Yaz tatilinde küçük kuzenim bizde kalıyor. Hikayeye geçelim mi?
O gün ”Korkularınızdan Nasıl Kurtulursunuz?” broşürü gelmişti. Zarfı dikkatle açtım. Okurken annem geldi ve bana dönerek:
– ‘Sen korkularından kurtulamazsın kızım. Korkaklık benim babamda da vardı, onun babasında da, onun babasında da, onun babasında da. Bu korkaklık nesilden nesile aktarılır.’ dedi.
Aslında biraz haklıydı. Korktuğum birçok şey vardı:
Yarasalar
Köpekler
Yılanlar
Ayılar
Örümcekler
Fareler
Denizanaları
Mürekkep balıkları
Bahçe cüceleri
Köpek balıkları
Karanlık
Veeee son olarak en çok korktuğum şey: BABAM!
Neyse, annemin o sözü gözümü açmıştı ve ailemi araştırıp aile ağacımı çizdim.
– ‘Bak Müge, Endişeli Mecit’le akrabaymışız, mikroplardan korktuğu için sabunu icat etmiş, bir de şuna bak, Kaygılı Veyis yani büyük büyük dedemiz kaza yaşanmasını önlemek için tabelaları icat etmiş.’ dedim.
Müge kağıdı elimden aldı, içinde ne var diye hiç bakmadı bile ve buruşturup camdan dışarı attı. Kağıt komşumuz Ali Bey’in bahçesine gitti.
– ‘Hey! Onu yerden al çabuk!’ diye bağırdı köpeği Karamel’e.
Karamel düşünecek daha önemli şeyleri varmışcasına arkasını dönüp gitti. Ali Bey oldukça zengin bir adamdı. Bu yüzden Karamel’i çok şımartmıştı. Buruşmuş kağıdı açtı ve cak cak sakız çiğneyen ve televizyon izleyen karısı Şeyma’ya götürdü.
– ‘Hey, baksana biri aile ağacını çizmiş!’
– ‘Aaa ne kadar ilginç canııııım…Bence bu fikir çok orijinaaal…”dedi.
Ali Bey onu denemek için:
– ‘Ağaçlar, yangınlar, kalemler, kitaplar, su değil mi?” diye geveledi.
– ‘Hı hı çok güzeeeel…’ dedi Şeyma Hanım.
Ali Bey:
– ‘Offf!’ diye bağırdı ve çalışma odasına gitti.
Ailesini araştırıp çıktısını aldı ve okumaya başladı.
-‘Ooo büyük büyük babam okulu icat edip çocukların çocukluğunu elinden almış, büyük büyük annem yumurtayı keşfetmiş ve kahvaltı eden herkesin midesine kabus getirmiş vee büyük büyük dedem bir korsanmış. Onu tanıyanlar hemen ondan kaçıp ona saygı duyarmış. Tanımayanlar da adını bilip ondan korkarmış. Adını bilmeyenler bile görünüşüne bakıp ondan korkarmış. BULDUM! Ben de onun gibi dehşet saçıcı olacağım!” dedi ve masasından fırlayıp soluğu bizim bahçede aldı.
O sırada kardeşime iğrenç ve komik hikayeler anlatan ben, ne olduğunu anlayamadan:
-‘Karamel’i gördünüz mü?’ dedi.
Nedenini sordum. Bir planı olduğunu söyledi.
-‘Nasıl bir plan? Bahçede çiçek toplarken şeker yemek gibi mi?’ diye sordum.
-‘Hayır, şeytani bir plan…’
– ‘Böyle diyeceğini biliyordum…” dedim üzüntüyle.
Sonraki gün annem babamla önemli bir iş görüşmesi olduğunu söyledi. Çok çok geç geleceklerini de ekledi. Ben de sırt çantama bir şişe su, para, yumuşacık terliklerimi ve annemin bana verdiği beslenme kutumda duran kurabiyelerimi koydum. Bisikletimin sepetine de bir deri bir kemik Müge’yi koydum ve yola çıktım. Kumsalda neşeyle kovası ve küreğiyle oynarken Ali Bey… AHH! Yeter! Ali Bey demek çok uzun sürüyor! Ali diyeceğim. Pekala, Ali geldi ve Müge’nin kovasıyla küreğini elinden alırken:
– ‘Bunlara ihtiyacım olacak.” dedi ve evine doğru yürümeye başladı.
Müge:
– ‘Kovamla küreğim!” diye bağırdı.
Yani aslında ”Kovalaküğğğe!”demişti. Ona bir sürü şeker ve bir çift de kovayla kürek alacağıma söz verdim. Ama kız ağlamaya devam ediyordu. Ali”nin peşinden koştum. Sinek poposu kadar cesaretimi toplayıp:
– ‘Hey! Baksana! Onlar kuzenimin ve onları çok seviyor, eğer onları vermezseeen…. şey, aslında ne yapacağımı ben de bilmiyorum ama düşüneceğim!” diye bağırdım.
Bu oldukça aptalca bir hamleydi. Kötü biri olunca ilk hedefi ben olacaktım. Bir kova ve bir kürek için hayatımı feda etmiştim.
– ‘Bana bak çocuk, eğer korsan olmamı engellersen sana ne yapacağağımı bilirim!”
– ‘Ne yaparsın?!’ diye bağırdım.
Bu minicik cesaret beni yanlış yere yönlendiriyordu.
– ‘Iıııı bu konuyu sonra konuşacağız!’ dedi ve yeri göğü inleten sert ve hızlı adımlarla ortamdan uzaklaşmaya başladı.
– ‘Hey, dur bir dakika!’ diye seslendim.
Karizmatik bir şekilde yüzünü bana çevirdi.
– ‘Bir korsan olabilmen için bir gemiye, bir papağana ve tek gözünü kapatacak deri bir göz bandına ihtiyacın olmaz mı?’ diye sordum.
– ‘E- e- evet onları sipariş etmiştim. Yarım saate gelir.’ dedi.
Aman tanrım! Yarım saat içinde gemisi, papağanı ve tek gözünü kapatacak deri göz bandı gelecekti ve dünyaca ünlü bir korsan olup soygunlar yapacak ve paraya para katıp büyük silahlar alarak dünyayı yok edecekti! Korkunç! Hayır efendim! Buna izin vermeyecektim! Yarım saat sonra geminin parçaları ona gelecekti ve ben de bahçesine gidip parçalardan bazılarını çalıp onları eve götürüp sobada yakacaktım! Böylece dünyayı kurtaracaktım muahhaha! Durun bir dakika, böyle konuşunca korsan olan benmişim gibi göründü. Üstelik ben çok korkağııım. Hayır! Dünya benim cesaretimden daha önemli! Peki, planı yapayım, giderken yanımda bir balta götürecektim sonra… Ne? Baltayı nereden mi bulacağım? Ah, sizi şapşallar, bahçesi olan her evde içine bahçe malzemeleri koyulur, örneğin çim biçme makinesi. Ben de bizim bahçedekine gittim. Zar zor baltayı taşırken yarım saat bitti ve geminin malzemeleri kargoyla Ali’nin evinin önüne geldi. Ali tam onları yerleştirmeye başlayacaktı ki:
– ‘Sabahtan beri bir bardak su içmedim, gidip bir su içeyim…’ dedi ve mutfağa gitti.
Ben de içimden:
– ‘İyi ki içmemişsin.’ deyip bahçe cücelerinin üstüne atladım.
Hepsini baltayla kestikten sonra:
– ‘Umarım parasını biz ödemeyiz.” dedim.
Sonra da parçalardan bazılarını alıp bizim eve doğru koştum. Baltayı aldım yere koyup çok tatlı bir tahta kurdu gördüm.
– ‘Ne kadar tatlı bir şeysin sen böyle, senin adın ”Çikolata” olsun’ dedim ve onunla birlikte on beş dakika falan oynamıştım.
O, on beş dakikada yenisini sipariş etmişti! Bu nasıl bir korsan olma hırsıdır arkadaş! Olmasan ölecek misin?
YANİ!
Papağanı vardı, gemisi vardı, tek gözünü kapatacak bir deri göz bandı vardı, Müge’nin kovasıyla küreği vardı, DUR! Eğer onu engellemessem birçok kaybım olacaktı. Hem dünyanın sonu gelecekti, hem kuzenim habire ağlayıp başımın etini yiyecekti. Ben bunları düşünürken Ali gemisini bitirmişti ve denize açılmak üzereydi. NE?! Bu adam hiperaktif falan mı? Meğerse aldığı kargo sitesine eksik getirdikleri için sitelerini kapattıracağı hakkında kötü bir yorum yazmış, bu saflar da haklarını savunmaktansa bedavaya yenisini getirmişler. O sırada Müge en sevdiği çizgi film olan ”Tatlı Kedicik Pamuk” programını üzüntüyle izliyordu.
– ‘MÜGE!’ diye bağırıp koltuğa balıklama atladım.
Elinden kumandayı aldım, televizyonu kapattım ve elinden sımsıkı tutup koşa koşa onu gemiye götürdüm. Bir erzak varilinin arkasına saklandık. Cebimde Çikolata’nın olduğunu unutmuştum.
– ‘Tanrım, Çikolata niye geldin, burası çok tehlikeli!’ diye farkedilmemek için fısıldadım.
Sonra onu sırt çantama koydum. Müge de şaşkın şaşkın:
– ‘Neler oluyor?’ diye sordu.
Aslında, dürüst olmak gerekirse ”Noollooğou” demişti. O anda Ali:
– ‘Hadi bakalım canlar! Yelkenler fora!’
– ‘Bize mi dediniz?’ diye seslendi aynı ayıcıklı kazaktan giymiş bir çift.
– ‘Ne?’ diye sordu Ali.
Kafası karışmıştı.
-‘Ben Mustafa Can ve bu Selin Can.’ diye cevap verdi aynı ses.
– ‘Hayır, herkesten bahsediyorum.’ dedim.
– ‘Af edersiniz, dinlememişim, bana mı demiştiniz?’ dedi bir adam.
– ‘Şaka mı bu?’
– ‘Hayır, değil. Ben Akın Herkes, ne istemiştiniz?’
– ‘Eeeh, siz yapmazsanız ben yaparım.’ dedi Ali ve denize açıldık.
OLAMAZ! KAPANA KISILMIŞTIK, GİDECEĞİMİZ YER KALMAMIŞTI, KAÇAK YOLCU OLMUŞTUK!
– ‘Neyse, sizi papağanımla tanıştırayım.’ dedi ve kargodan getirtilen papağanın kutusunu açtı.
– ‘Şimdi tekrarla, PAPAĞAN POLİ.’
– ‘BİTLİ DOLİ mi?’
– ‘PAPAĞAN POLİ’
– ‘KİRLİ SALİ’
– ‘PAPAĞAN POLİ’
– ‘CADI VALİ?’
– ‘Anlamlı birşey söylesen belki tekrarlayabilmem kolay olurdu.’
– ‘Neyin var senin?!’ dedi Ali ve içinde kürek koyulmuş bir kovayı tekmeledi.
Dur, tekmelediği kova Müge’nin kovasıydı!
– ‘Koğalaküğee!” diye bağırdı Müge.
– ‘Kim bağırdı?!’ diye bağırdı Ali.
– ‘Kim mi bağırdı, tabii ki de şu varilin arkasında saklanan kaçak yolcular!’ dedi Bayan Can.
Son derece mantıksız bir hamle yaparak:
– ‘Sürpriz! K-k- kandınız mı?’ dedim.
– ‘Kaçak yolculara ne yaptıklarını biliyor muydun?’ diye sordu.
– ‘H-h hhhaaayyır….’ diye kekeledim.
– ‘Aslında ben de bilmiyorum, kılavuzda oraya kadar gelmedim, ama hoş birşey yapmadıklarından eminim.’ dedi Ali.
KILAVUZ DA ALMIŞ, BU ADAM RESMEN TAM BİR KAÇIK…
– ‘Kara GÖHÖY!”diye bağırdı Ali.
Aslında ”Kara göründü!” demek istemişti ama gemi karaya vurduğunda burnunu çarptığı için ”Göhöy”diye çıkmıştı. Papağan tekrarlamaya başladı.
– ‘KARA GÖHÖY!’
– ‘Tekrarlama, yanlış söyled-‘
– ‘KARA GÖHÖY!’
– ‘Yapm-‘
– ‘KARA GÖHÖY!’
– ‘Kaçak yolcular, gelin buraya!’
– ‘Buyurun…’
– ‘Bana bak, sen şuradaki mağaraya girip dışarıya bir hazineyle çıkacaksın.’
– ‘Ama ben korkağım, ayılardan korkarım ve orada bir ayı olabilir ve ben ayılardan çok korkarım.’
– ‘Yok canım, daha neler, ayıymış!’ dedi Ali alaycı bir tavırla.
– ‘Nasıl yani, ayı falan yok mu?’
– ‘Yoktur canım, olsa olsa yarasalar, örümcekler falan vardır hatta belki bir akrep yuvasıdır. Neyse, hadi gitsene!’
Aklıma en az 10-12 kere katlayıp cebime koyduğum ”Korkularınızdan Nasıl Kurtulursunuz?” broşürü geldi. Cebimden alıp açtım ve ilk maddeyi okudum.
KORKULARINIZDAN NASIL KURTULURSUNUZ?
Dikkatinizi dağıtacak aktiviteler yapın. Örneğin dans edin.
Dans etmeyi hiç sevmem ama denemeye değerdi. Biraz yavaş, biraz utangaç, biraz sarsak bir dansa başladım. Müge ve Ali, Bay ve Bayan Can, Akın Herkes bana bakıyordu. Yüzümün kızardığını hissettim. Bu öneri hiç işe yaramamıştı. Belki de biraz daha hızlı, daha kıvrak dans etmeliydim. Dizlerimi kaldırmayı, kollarımı açmayı, biraz zıplamayı denedim. Yine herkes bana bakıyordu. Bu utancı yaşamaktansa o korkunç hayvanlara yem olmayı tercih ederdim. Çantamı kaptığım gibi mağaraya koştum. Mağara normal bir mağradan daha aydınlıktı.
Beslenme kutum ve içindeki kurabiyeleri koltuk altıma sıkıştırdım. Yumuşacık terliklerimi de ayağıma geçirdim çünkü onlarla beni yemek isteyen her yırtıcı hayvandan daha hızlı koşardım. Uzaklarda bir hazine sandığı gördüm. Ona doğru koştum ve hazine sandığının önüne geldiğimde bir çocuk olduğunu fark ettim.
– ‘Hop hop hop! Bu hazine beleş değil. Değiş tokuş yapmamız lazım!’ dedi.
Ciddi görünüyordu.
– ‘Pekala, bir bakalım, heh buldum! Terliklerimi ve kurabiyelerimi ister misin?’ diye sordum.
Çocuk kabul etti. Ben de hazineyi yavaş yavaş gemiye götürdüm. Geldiğimde Müge neşeyle elinde kovasıyla küreğini taşıyordu. Kovasıyla küreğini sırt çantama koydum. Hazineyi açtım. İçinde hiçbir yerde satılamayan çok özel devasa bir silah ve sırtınıza takıp düğmesine bastığınızda sizi uçuran, içine herşey sığan ve hiç ağırlık yapmayan o son model sırt çantalarından vardı. Ali ve ben ikimiz aynı anda hazineye giriştik. Ben silahı bir sopaymışcasına kafasına vurdum. Adam bayıldı. Sırt çantasına herşey sığdığı için ben kendi normal sırt çantamı ve Müge’yi sırt çantasına koydum ve sırtıma taktım. Üstündeki küçük düğmesine bastım. Beni olağanüstü bir şekilde havalandırdı. Resmen uçuyordum! En büyük hayalim gerçekleşmişti. Rüyada gibiydim. Hayatımın en heyecanlı anıydı. Aşağı bakınca okyanusu, berrak suyun içinde yüzen balıkları, kumsalı, ormanları, ormanlardaki yemyeşil ağaçları, çiçekleri, çayırları, çayırlarda otlayan inekleri, koyunları, keçileri izledim. Kuşlarla selamlaşıp bulutlara dokundum. İçime huzur dolmuştu. Sonra şehrin merkezine geldim. Apartmanlar, binalar, okullar, hastaneler, parklar, müzeler, alışveriş merkezleri, mağazalar, marketler, bakkallar, pazarlar, lokantalar, kafeler, yollar, sinemalar falan gördüm. Renkli renkli arabalar geçiyordu. Hayatımda hiç bu kadar mutlu olmamıştım. En sonunda bizim evi gördüm. Yeniden düğmeye bastım. Çantanın içinden bir paraşüt fışkırdı ve yavaş yavaş aşağı indim, sonra kulağıma bir ses geldi:
– ‘Eğüüaabbba Eğüüüabba!’
Yatağımdan fırladım. Aslında Müge ”Eylül abla!” diye bağırıyordu. Ne kadar şanslı olduğumu hissettim. Hem uçmayı deneyimlemiştim ve nasıl birşey olduğunu biliyordum, hem de bu sadece bir rüya olduğu için terliklerim o mağaradaki çocukta değil, benim yanımda, güvendeydi. Üstelik ben sadece rüyamda korkaktım. Normalde sitedeki en cesur çocuktum. Rüyamda gördüklerimi Müge’ye anlattım. Müge beni çok dikkatli bir şekilde dinledi. Hikayem bittiğinde annem bizi yemeğe çağırdı. Yemekte en sevdiğim yemek vardı. Spagetti! Yemeğimi afiyetle yedikten sonra Müge, ben ve annem parka gittik. Parkta Müge kaydıraktan kaydı, salıncakta sallandı ve annemle birlikte fotoğraflar çekindi. Ben ise hayal gücümü geliştirip daha güzel rüyalar görebilmek için kitap okudum. Birlikte eve dönerken dondurmacıya gittik ve annem bize dondurma aldı. Ben çikolatayla limonlu, Müge çilekliyle italyan karamelli, annem ise vanilyalı aldı. Hep birlikte mutlu bir şekilde eve gittik. Ben ödevlerimi yaptım, Müge de oyuncak bebekleriyle oynadı. Şimdi ise bugün yaşadıklarımı yazıyorum.
Evet arkadaşlar, günüm hiç beklenmedik bir şekilde sonlanmış bulunuyor. Siz de eğer eğlenceli ve olağanüstü bir gün yaşarsanız günlük tutabilirsiniz. Umarım hikayemi beğenmişsinizdir. Çok ilginç ve eğlenceli bir hikaye yazdığımı ve sizin de beğendiğinizi umut ediyorum. İleride yazdığım bu hikayenin filmini çekmek istiyorum. Umarım hikayemi sevmiş ve takdir etmişsinizdir.
Eh, yazım burada sonlanıyor sonra görüşmek üzere, hoş çakalın, kendinize iyi bakın!