İçinde bulunduğumuz modern çağda çalışma saatlerinin düzensizliği büyük önem arz eden bir durumdur. Çalışma saatlerinde dünya çapında büyük bir eşitsizlik söz konusudur. Kimi haftada 80 saat çalışırken kimi 8 saatle işini bitirir. Bunun bu derecedeğişken olmasının başlıca sebeplerinden biri devletlerin mesai yaptırdığı insanlara olan acımasızlık duygusudur.
Çin 21. Yüzyıl itibariyle en çok işçi çalıştıran ülkedir. Aynı zamanda maaş oranlarında da en düşük tesviyeyi veren ülke olarak bilinmektedir. Bu ülkede bütün işçiler aynı kefede tutulmakta; insan değil de tıpkı bir sürü gibi dişlerini tırnaklarına taktırılıp çalıştırılmaktadır. Çok yoğun bir çalışma ortamı yaratılarak; insanlar sıradanlaştırılmakta; yaptıkları işin aslında aman aman bir şey olmadığı sanki kanıtlanmaya çalışılmaktadır. Bu şekilde çalışanlar değersizleştirilmekte; emekleri de görmezden gelinmektedir. Yani işçiler çok fazla çalıştırılmakta, robotlaştırılmakta, emekleri de adeta hiçe sayılmaktadır.
Tabii ki bu iş gücü sayesinde devletin kalkınma gücü artmaktadır. Kısaca Çin emekçilerin omuzlarına basarak kalkınırken; çalışanlar ise değersizleştirilmektedir.
Bir dünyada asgari ücretin evrensel olması mümkün müdür? Para birimi farklılıklarını göze alırsak pek öyle görünmüyor. Ama haksızlıkları da kaçınılmaz yapıyor. Finlandiya’da günlük mesai saatinin 8 saatinaltında olması için çalışmalar yapıldığını biliyor musunuz? Çin’in uyguladığı yasadan çok daha insancıl.
Bir ülkede insanların konforu bu kadar elzemken başka bir ülkede nasıl bu kadar kati ve gaddar olabilir? İnsan hakları denilince; şu dünyada maddi ya da manevi hepimizin eşit olmadığı su götürmez bir gerçektir. Bacağı ve kolu olmadan doğan bebeğin hayatında olacaklardan habersiz güneşe gülmesini seyretmek insanın içini ısıtır. Ve insanın bu manzara karşısında muhakkak gözünden yaşlar akar. Bu gözyaşları insanın acıma duygusundan kendini alıkoyamadığı içindir.
Hayatta en önemli şey elbette sağlıktır. Paradan çok çok daha önemlidir. Doğuştan gelen en büyük hazinedir sağlık… Çünkü aynı zamanda haksızlıkların en büyüğü olarak düşünebileceğimiz farklı çalışma koşulları ve saatleri kadar insanlar iş olanağına da ancak sağlıklıysalar kavuşmaktadırlar. Eğer bir mesleğe sahip olabiliyorsak genellikle elimiz ayağımız tuttuğu içindir.
Çin ve Finlandiya örneğinden yola çıkarsak normalde eşit imkânlara sahip olması gereken insanların yaşadıkları ülke, doğdukları aile ve içinde bulundukları zamana göre tüm yaşam koşulları da farklılık göstermektedir. Elbette içinde bulunduğu zor koşullara rağmen çok çalışıp, iyi eğitim alarak sınırları zorlayan insanlara da rastlanmaktadır. Ama tabii ki Afrika’da doğan bir kabile çocuğunun makûstalihini ne derece yenebileceği, sınırlarını ne kadar zorlayabileceği de tartışılır. Doğduğu ev, kasaba, şehir ya da ülke onun beklentilerini ne derece karşılayabilir ki? Ya da beklenti nedir bilir mi? O bilmiyorsa biz neden biliyoruz? Biz dünyanın düzeninin tam da ortasında doğmuş insanlarız. Hayatın çekişmeleriyle yüzleşen, kapitalizmin kölesi olan, meslek sahibi olup sonra da orada haksızlığa uğrayan, sürekli kendini beğeni skalasına sokmaya çalışan insanlar… Bunların hepsi o Afrika’da yaşayan sadece su doldurmakla görevli olan çocuktan daha mı şanlı?
Siz ne derseniz deyin bence daha şanslı. Çünkü biz düşünce yığının içine düşmüş bireyleriz. Ve inkâr edilemez ki düşünceler çekişmeyi; bilgi ise içsel iğrençliği doğurur. İşte mesai saatlerindeki eşitsizlik de buradan türeyen dünyanın esaslarından biridir. Çalışma saatlerinin standartlaştırılması bir hayli zordur çünkü devletlerin yasalarına göre çalıştırılan vatandaşlar lehine bu yasalar yeniden düzenlenmezse emekçilerin sesi de duyulmaz. Peki ya devletlerin bu tutumlarının sebepleri ihracat ve üretkenliği hızlandırarak daha hızlı kalkınmaksa neden Finlandiya gibi ülkeler tersini düşünüyor? Hem de bir hayli gelişmiş bir ülke olmasına rağmen…
Finlandiya’nın hem nüfusu az hem de zaten kendilerine yeten mal ihracatını gerçekleştiriyorlar. Çin gibi dünya ekonomisine yön veren bir ülke değil belki ama vatandaşını önemsiyor.
Çin’in de mesai saatlerinde kısıntıya gidip çalışanlarının durumunu düzenlemesi gerektiği bariz bir gerçektir. Aksi halde Çin vatandaşları diğer ülkelerin çalışma koşullarına imrenerek bakmaya ve sömürülmeye devam edecektir. Çalışanların ekmeklerini çıkarabilecekleri başka iş olanaklarının olmaması da onları çaresiz bırakmaktadır. Çünkü başka yerde çalıştığında da koşullar diğerinden farksız olacaktır. Yani Çin’de emekçiler yasalar değişmediği sürece mecburi olarak bu acı sızlanmayı tatmaya devam edecektir.