Sabah caddeden gelen bağırış sesleriyle uyanmışlardı. Uykulu gözlerle yatağından kalkan May, şu protestocular hiç susamayacak mı diye geçirdi içinden. Mutfak masasında kollarını bağdaştırıp oturan ailesini görünce hemen pişman oldu düşündüklerinden. Henüz birkaç hafta önce askeri darbe olmuştu ülkesi Myanmar’da. Özgürlüklerini kısıtlamak, medyayı susturmak, tüm ülkeye boyun eğdirmek isteyen yeni yönetim ise pek hoş karşılanmamıştı doğrusu. Haklarından vazgeçmek istemeyen halk sokaklara dökülmüş, aralıksız protestoya başlamıştı. Ancak çocuklar da dahil olmak üzere hepsi birer birer katlediliyordu. Aklında tüm bunlarla oturmuş oflayan May annesi Aung’un çığlığıyla yerinden sıçradı. Polis, evlere girip arama yapmaya başlamıştı.
Hemen camın yanına koştu May. Polisler iki ev kadar ötedeydiler, gelmeleri en fazla on dakika alırdı. Tam babasına plan oluşturmaları gerektiğini söyleyecekti ki komşuları Gen Bey’i gördü. Dizlerinin üzerindeydi teslim oluyordu ama kendini kurtaramamıştı. Kanı donmuştu, gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı ki babası onu kolundan tutup çekti. Televizyonu gösterdi, yeni yönetimin lideri konuşuyordu. Yaşanan ölümlerden dolayı çok üzgün olduğunu ancak halk anarşizmi bırakıp yola gelecek olursa katliamların duracağını söylüyordu. Pislik herif dedi içinden May. Kırkın üzerinde çocuk öldürülmüştü, bunun bahanesi olur muydu hiç? Tam babasına vakitlerinin azaldığını söyleyecekken kapıları yumruklanmaya başladı. Koş dedi babası ama May yine donup kalmıştı. Annesi küçük kardeşi June’la yukarıya çıkıyordu. Onları takip etsem iyi olur diye öne atlamıştı ki kapı açıldı ve içeriye polisler doluştu. Neyse ki kendini salondaki koltuğun arkasına atabilmişti.
Korkudan nefes bile alamıyor, kargaşanın ortasında kalan babasına bakmaya cesaret edemiyordu. Hafifçe başını öne doğrulttu ve babasına baktı. Polislere evde yalnız olduğunu söyledikçe dayak yiyordu, gözleri yaşarsa da babasına yardım edemeyeceğinin farkındaydı. Çok iyi bir yazardı babası, onu böyle sıkıştırmalarının nedeni bu olmalıydı. May durumu kanıksamış bir şekilde otururken babasının boğazını sıkmaya başladılar, May’in olduğu tarafa baktı babası, kitap diye fısıldıyordu. Tüm cesaretini topladı May ve bir anda fırlayıp yukarıya, tavan arasına doğru koştu. Yakalanmasına ramak kala merdivenlerden yukarı tırmanıp kapıyı kapatmayı başarmıştı.
Hemen sağındaki büyük sandığı güçlükle kapının üstüne itip bir iki saniyeliğine dinlenmeye karar vermişti ki bir köşede oturmuş titreyen annesi ve kız kardeşini gördü. Hemen babamın bahsettiği şu kitabı bulmalıyım diye düşündü May. kitaplığı karıştırmaya başladı. Kitapları açıp bir o yana bir bu yana fırlatıyordu. Anlatmanın bir çeşit büyü olduğunu düşünüyordu. Bu yüzden kitaplar ona büyülü geliyordu. Tavan arasındaki o büyük ve tozlu kitabı açtığında bu düşüncelerinin gerçek olduğunu gördü. Üzerinde babasının adının olduğu altın bir anahtar düştü kitabın içinden. Annesinin gözleri fal taşı gibi açıldı. Bu oradaki kocaman sandığın anahtarı dedi Aung, içinde tabanca var. Anahtarı annesine fırlattığı gibi pencereyi açmaya koştu May. Annesi polisleri oyalarken June ile pencereden kaçacaklardı.
Pencere gıcırtısını boğan bir silah sesiyle irkildi May. Polisler içeri girmişlerdi, yanlarında perişan haldeki babası da vardı. Annesi Aung, silahı beceriksizce tutuyordu ki köşede titreyerek oturan June ”Babaaa!” diyerek koşmaya başladı. Kardeşinin koluna sarıldı May ama çok geçti, 6 yaşındaki June’a hiç acımamışlardı. Annesinin fırlattığı silahı aldı May ve kollarındaki kardeşiyle pencereden aşağı atladı. Evlerini geride bırakıp protestocuların arasına karışana kadar koştu. Yorulduğunda dizlerinin üzerine çöktü ve kardeşinin son sözlerini dinledi: Yapamıyorum abla, canım çok yanıyor!
Myanmar’da Şubat 2021’de yaşananlardan esinlenilerek oluşturulmuştur.