Tatlı Fırsat

Elimdeki kağıtları buruşturup yere fırlattım, sinirlerim tepeme çıkmıştı yine. Günlerdir kafamı toparlayamıyor oluşum beni geriyordu. Köşe yazım bu ay da gecikirse işten atılacaktım. Boş gözlerle yerde birikmiş kağıtları izlemekten bunalıp dışarı çıktım.

Denizden gelen ılık rüzgarın tenimi okşamasıyla biraz olsun sakinleşmiştim. Gözlerim mavinin tonlarında kaybolurken zihnim yeterince berraklaşmıştı. Boyası kalkmış derme çatma banktan kalkıp kordon boyunca yürümeye başladım. Kasım ayının sonlarında gecenin bu vaktinde etrafta kimse yoktu. İçten içe yalnızlığımla mutlu olmama rağmen içimi bir huzursuzluk kaplamıştı. Günlerdir kafamı kurcalayan bir mevzu vardı. Çalıştığım gazeteyle uzun zamandır sorun yaşıyordum. Aylardır içimden onlar için bir şey yazmak gelmiyordu. Benden doğruluğunu kabul etmediğim konuları savunmamı bekliyorlardı. Daha fazla bu şekilde devam edebileceğimi sanmıyordum fakat şu sıra işler çok kesattı. Bu gazeteden ayrılınca gidecek bir yerim yoktu. Üstelik hayatımı idame ettirebilecek kadar bile birikimim yoktu.

 Kafamda dertlerimin susmayan fısıltısıyla evin yolunu tutmuştum. Yavaş yavaş yürüyordum ki ilerde bankta oturan birini gördüm. Dertli dertli denizi izliyordu. Usulca oturdum yanına. Bu saatte boş gözleri ufukta kaybolan biriyle sohbet iyi gelebilirdi. O kadar dalgındı ki farketmedi yanına oturduğumu ya da aldırmadı. Dakikalarca dalgaların çarpışmasını dinledik. Ordan burdan muhabbet açıldı, ikimiz de döktük içimizi. Ne tasadüf ki onun da işiyle ilgili problemleri varmış, bugün dayanamayıp istifa etmiş. Orda kaç saat oturduk, ne kadar konuştuk bilmiyorum ama gözlerimden yaşlar akarak geldiğim yerden gülmekten karnım ağrıyarak eve dönerken buldum kendimi. Başımı yastığıma koyduğumda tek hissettiğim huzurdu.

 Başıma neler geleceğinden habersiz elimde simidimle iş yerine doğru yürüyordum. Hava çok kötü bulutluydu, yağmur yağdı yağacaktı derken bir fırtına koptu, etraf su altında kalmıştı bir anda. Böylelikle işe de gecikmiştim. Apar topar binadan içeri girdim ve bizim kata çıktım. İçeri girmemle birlikte bir fırtına da orda koptu. Patronum bu yağmuru görmüyormuşçasına söylenmeye başladı bu anlayışsızlığına karşı sinir katsayım yükselirken yazılarıma dil uzatmasıyla deliye döndüm adeta. Feci bir kavgadan sonra dayanamayıp bastım istifayı, hızla çıktım binadan. Delicesine yağan yağmuru umursamadan koşturuyordum sokakta. Gözlerimden sel gibi akıyordu yaşlar, yazılarıma yaptığı alçak hakaretleri kulağımda çınlıyordu. İçim yanıyordu adeta, elim ayağım titriyordu. Yoldan geçerken tiz bir korna ve fren sesi kulaklarıma doldu, kalbim fırlayacakmışçasına atıyordu. Kendimi aceleyle kaldırıma fırlattığımda arabadan biri fırladı. Koşarak yanıma gelen kişi haftalar önce bankta dertleştiğimiz adamdı. İkimizde şaşkın ve korkmuştuk, yağmur hala şiddetle yağmaya devam ediyordu. Arabanın içine girdik hemen. Yağmur dinene kadar arabada durduk. Olanları anlattım, aynı durumda iki insandık o an. Bana aklında bir fikir olduğunu söyledi. Eğer yeteri kadar sermayeye sahipsek bir tanıdığının vasıtasıyla şehir gazetesine ortak olabilirdik. Söylediği gazeteye yıllar önce girmeye çabalamıştım, fakat dışarıdan eleman almıyorlardı o sene. Şimdiyse bu reddedilemez bir fırsattı.

Ah şu bankalar ne zaman kaybıydı… Kendi sıramın gelmesini beklerken babamın yıllar önce mezuniyet hediyesi olarak aldığı arabamın anahtarlarıyla oynuyordum. Babam bu arabayı aldıktan günler sonra vefat etmişti, on beş yıldır bu arabayı kullanıyordum anısına. Son zamanlarda çok arızalandığından yürümeyi ve toplu taşımayı tercih ediyordum. Arabayı satmak içimi acıtıyordu, üzgündüm ama bunu yapmak zorundaydım. Hayallerime açılan kapının anahtarıydı…

(Visited 148 times, 1 visits today)