Öncelikle gelişen günümüz teknolojileri, üretilmesi gereken enerji miktarının devamlı olarak artmasını istemektedir. Bu sebepten ötürü her geçen Dünya üzerinde daha fazla enerji santralleri kurulmaktadır. Bu enerji santrallerinin en başında gelenler: jeotermal enerji santralleri, rüzgar enerji santralleri, hidroelektrik enerji santralleri ve termik santrallerdir. Bu enerji santralleri arasından en çok kullanıma sahip olan, aynı zamanda ülkemizde de 861 adet bulunan enerji santrali, hidroelektrik enerji santrali olarak da bildiğimiz barajlardır.
Barajların, yani hidroelektrik enerji santrallerinin çalışma prensipleri aslında gayet açık. Yüksek potansiyel enerjiyle gelen su, barajın içerisinden hızlıca aşağıya doğru akarak potansiyel enerjisini kinetik enerjiye dönüştürmektedir. Şiddetli bir şekilde kinetik enerjiyle akan su, aynı yönde bulunan türbine çarpıp türbini hareket ettirir. Bu sebeple enerjisini türbine vermiş olur. Türbindeki enerji, elektrik enerjisine çevrilir ve enerjisini kaybetmiş olan su yoluna devam eder. Peki ya değeri ölçülemez olan arkeolojik bölgeyi sular altında bırakacak şekilde, sadece enerji ihtiyacını karşılamak için yapılacak bir hidroelektrik enerji santralinin yapılması mantıklı mıdır?
Bu sorunun cevabını vermeden önce arkeolojik alanlardan bahsetmemiz gerekir. Arkeolojik alan, (arkeolojik sit) geçmişten bugüne izler taşıyan ve arkeolojinin incelediği alandır. Dünya üzerindeki eski yaşamları birebir ve diğer yöntemlere nazaran en az kayıpla inceleyebildiğimiz tek bilim dalıdır. Ülkemizde arkeolojik paha biçilemez alanlara verebileceğim örnek “Alacahöyük” tür. Alacahöyük Çorum’da bulunur. Arkeolojik araştırmalar Alacahöyük’ün Eski Tunç ve Hitit dönemine tanıklık ettiğini, yani M.Ö 5000’li yıllara kadar dayandığını gösteriyor. Aynı zamanda Alacahöyük, üzerinde eski insan yaşamından da izleri barındırıyor. Duvara kazınmış insan resimleri, heykeller… İnsanlık tarihini de arkeoloji sayesinde öğrenmişizdir. Örnek olarak evrim teorisini baz alarak söyleyebileceğim Homo erectus’tan itibaren gelişen ve en nihayetinde Homo neanderthalensis’ten sonra Homo sapiens’e bürünen insan beden. Bunu bir teoridir, gerçeği %100 yansıtmaz. Eğer arkeolojik araştırmalar olmasaydı bu evrim sürecini takip edemeyecektik.
Şu an akıllarda oluşan soru şudur, bir arkeolojik alanı yok edip hidroelektrik enerji santrali kurmak mantıklı mıdır? Benim fikrimce kesinlikle mantıklı değildir. Birinci olarak sadece Dünya üzerinde enerji talebini sağlamak üzere Dünya’nın geçmişi yok edilemez. Birinci olarak, insan yaşadığı Dünya’nın tarihini, nasıl bir süreçten geçtiğini bilmeli ki günümüz yaşantısında cahil bir şekilde dolaşmasın. Bir insan her zaman yaşadığı Dünya’nın geçmişini bilmelidir. Bu sayede her yeni gün daha da gelişebiliriz. Aynı zamanda sadece kısa bir süre için geçerli olan arz-talep durumu sonucu eski toplulukların günümüzde bulunan sayılı kalıntılarını yok etmek hiçbir şekilde mantıklı değildir. Bu duruma alternatif bir çözüm olarak, hidroelektrik enerji santralleri aynı coğrafi koşulları sağlayan başka bir bölgeye de inşa edilebilir. Bu durum neticesinde hiçbir olay sonucunda, her ne olursa olsun yüzyıllık bir sınırlı sayıda bulunan arkeolojik kalıntıyı kesinlikle bir talep için yok etmek mantıklı değildir.