Tarih Kokan Şehir: Londra

Bazı şehirler vardır ki sünger gibidir. Yaşanmışlıklarla doludur ve olan biten her şeyi içine çeker. Sırlarla, gizemlerle doludur. Hani dili olsa da konuşsa derler ya işte tam da o meseleden bahsediyorum. Keşke o şehirlerin dili olsa da konuşsa.

Bir şehri anlatmak istesem sanırım o şehir Londra olurdu. Britanya’da, bize kilometrelerce uzak bir konumda bulunsa da kendimi Londra’ya yakın hissediyorum. Gidip canlı olarak gözlerimle şehri görebilme imkanına sahip olduğum için de kendimi şanslı hissediyorum. Çünkü hep televizyonda, internette gördüğünüz bir yeri gerçek hayatta görmek şaşırtıcı oluyor. Hem de hep gitmeyi düşlediğiniz bir yer ise bu bambaşka bir deneyim oluyor.

Londra’nın birçok simgesi var: İngiliz monarşisinin yönetildiği Buckingham Sarayı, akıllara kazınan bir imge haline gelen London Eye, kırmızı üniformalı askerler ve daha nicesi. Bunların yanı sıra Londra tarih kokan bir şehir. Metrolardan bile bunu anlamak mümkün. Ayrıca Londra dünyanın en prestijli üniversitelerinin bulunduğu şehir. Tarih demişken Cambridge’deki çoğu fakülte binasının yüzyıllardır kullanıldığını düşünmek beni şaşırtıyor. Çünkü tarihe, yaşanmışlıklara oldukça önem veriliyor Londra’da. Bunu müzelerden de görebiliyoruz. Ekonominin iyi olmasının bir avantajı olsa gerek ki Londra’daki müzeler dünyanın birçok yerinden gelen çeşitli dönemlerdeki eserlere, eşyalara ev sahipliği yapıyor. Müzelerin çoğunun ücretsiz olması da benim adıma şehri daha ilgi çekici kılıyor. Çünkü hiçbir ücret ödemeden bu tarihe tanıklık etmenize imkan sunuluyor.

Londra ya da daha geniş kapsamlı konuşacak olursak, Birleşik Krallık birçok efsanenin adını dünyaya duyurduğu yer. Virginia Woolf, George Orwell, William Shakespeare, Charlie Chaplin, Stephen Hawking… Aklıma şu an bu kadar isim gelse de dünyaca ünlü birçok isim bu şehirde doğdu, bu şehirde yaşadı, bulundu. Şehrin kariyerlerine katkıda bulunduğunu söylemek yanlış olmaz diye düşünüyorum. Özellikle de hepimizin bildiği yazarların dilinden Londra’yı dinlemek bizim için bir ayrıcalık. William Shakespeare dönemi İngilteresini gözümüzde canlandırmak mesela.

Londra birçok kültürün harmanlandığı bir şehir. Topluluğa karıştığınızda birçok dilin konuşulduğunu duyuyorsunuz. Kendi ülkenizden bir insana rastlamanız oldukça olası. Kendinizi yabancı hissetmiyorsunuz. Çünkü büyük bir olasılıkla şehrin bir yerinde kendinizi yakın hissedeceğiniz bir yer bulacağınızı biliyorsunuz. Dediğim gibi birçok kültür iç içe fakat bu durum İngilizlerin tarihlerine ve kültürlerine sıkı sıkıya sahip çıktıkları gerçeğini değiştirmiyor. Her ne kadar sahiplenici bir tutum sergileseler de kendi içlerindeki bütünlüklerini bozmadan yüzyıllardır yaşıyorlar. Benim önemsediğim bir konu bu. Ülkeler ne kadar farklı kültürlere hoşgörülü olursa olsun, kendi kültürlerini unutmamalı ve sahip çıkmalılar. Benim adıma hoşgörü gösterirken kendi ülkemizden olmak ve değerlerimizi kaybetmek aklımızdan bile geçirmemiz gereken bir mesele.

Londra hakkında konuşacak çok konu var. Monarşisinden tutun, tarihine, kültürüne… Ayrıca Londra’yı anlayabilmek için bence Londra’da yaşamak lazım. Çünkü bir şehri tam anlamıyla anlayabilmek ve hissedebilmek için iyi bir gözlemci olmak gerekir. Bu da ancak yaşayarak gerçekleşir.

(Visited 309 times, 1 visits today)