Evren dediğimiz şey kocaman bir boşluk ve bu boşlukta yaşayan milyarlarca insan.Bütün bu insanların kendine ait bir yaşamı olması çok tuhaf değil mi? Milyarlarca insan ve milyarlarca farklı hayat. Sokakta,markette,uçakta görüp belki de bir daha asla görmeyeceğimiz insanların farklı farklı hayatları,acıları,sevinçleri,üzüntüleri olabileceğini düşünmek bile hepimizi korkutmuyor mu? Peki ya başka bir evrende insanoğlundan daha gelişmiş ve akıllı bir canlı varsa hepsi onların kurduğu komik bir oyunsa,biz asla varolmamışsak. Aslında bu konu hakkında teoriler var örneğin; insanlığın kuklalardan ibaret olduğunu düşünen bir kesim var. Böyle bir şey mümkün olabilir mi? Hepimiz irademiz olduğuna inanıyoruz ama aslında irademiz yoksa,bizi yaratan varlık irademiz olduğunu düşünelim istiyorsa ve bizim doğumumuzdan itibaren bu bilgiyi beynimize yerleştirdiyse.
Aslında hepimiz yaşamın hızına yetişmeye çalışırken gerçekliği sorgulamayı unutuyoruz ya da çoğumuz gerçeklikten korkuyoruz gerçekliğimizi kaybedip kafayı yemekten. Hiçbirimiz sorgulamak istemiyoruz çünkü herkesin kabullendiği bu gerçekliği sorgularsak deli damgası yiyeceğimizden çekiniyoruz. Bazılarımız tanrıların ve yaşamın gerçek olmadığını bilse de inanmaya çalışır ya da inanmış gibi yapar. Çünkü çoğu zaman gerçeğe ulaşma çabası riskli ve tehlikelidir.Ve bizde bu sebepten dolayı sistem tarafından bize sunulan sanal gerçekliği yaşamayı tercih ederiz.
Hepimizin bildiği Matrix filminin ünlü bir sahnesinde, filmin bir kahramanı kaşığı bakışıyla büken diğerine
şöyle der: “Aslında kaşık yoktur.”
Gerçekte böyle midir?
Aslında kaşık vardır, ama kaşığın bükülmesi eylemi yoktur. Ama öyleymiş gibi algılandığı için, onu algılayanın gözünde “gerçek” olarak nitelenebilir.
Peki ya her şey bizim algılayabildiğimiz kadarsa veya hiçbir şey gerçek değilse tıpkı oynadığımız bilgisayar oyunları gibiyse,daha kötüsü gerçek diye adlandırdığımız şey herkesin gözünde farklıysa ve kimse varolmadıysa.
George Orwell’in ünlü “1984” adlı kitabında, gerçek kavramı sık sık sorgulanır.
Kitapta şöyle bir diyalog var:
“Winston: Büyük birader diye biri gerçekten var mı?
O’brien: Bu var olmakla neyi kastettiğine bağlı.
Winston: Demek istediğim, o benim gibi var mı?”
O’brien: Sen yoksun.”
sözleriyle gerçekliğin göreceli bir kavram olduğunu belirtmiştir.
Sahi kendi gerçekliğimizi mi yaşıyoruz, yoksa simulakr bir dünyada mıyız?
Gerçeğin üzerinin örtüldüğü ve manipüle edildiği bir yerde, hiçbir insan kendisi olamaz.
“Gerçekler, ne yaparsanız yapın, gizlenemezdi. Araştırıp kovuşturarak ortaya çıkarılabilir, işkence yaparak sizden sökülüp alınabilirdi. Ama amacınız hayatta kalmak değil de insan kalmaksa, sonuç ne fark ederdi ki?”
-George ORWELL 1981 isimli eserinden.(8 Haziran 1949)