Yine bir pazar sabahıydı, saatin erken olmasından dolayı perdelerin arasından süzülen ışık hüzmeleri odanın köşelerindeki loş ortamları aydınlatıyordu. Odada bulunan loş ortamlarda beni kendisine çeken bir güç vardı sanki. Zaten bu yüzden bu kasvetli tahta köşkte değil miydim!.. Bu köşkün balkonundan sarkan zehirli sarmaşıklar değil miydi ki, beni bu köşke çeken … Çürüdüğünden dolayı gıcırdayan köşkün tabanındaki döşemeden dolayı burada değil miydim?
Yavaşça yatağımdan doğruldum, bir kere daha köşelere baktım. Sonra yataktan kalkıp elimi yüzümü yıkamak üzere lavaboya doğru yöneldim. Bastıkça gıcırdayan tahtalar, benim için oluşturulmuş bir şarkıyı mırıldanıyordu adeta. Lavabonun etrafındaki sararmış fayanslar o kadar çok şey ifade ediyordu ki benim için. Yavaşça musluğa yöneldim, çatlamış aynadaki kendi yansımama baktım. Yüzümdeki bu kirli sakal darmadağın olmuş… Bu saç ve morarmış bu göz altları o kadar çok şey ifade ediyordu ki. Yüzüme bir avuç su çarptım ve haykırdım: “Başıma bunların geleceğini bilseydim o telefonu açmazdım!”. Esasında kendime yalan söylüyordum, buradaydım ve bu haldeydim. Çünkü bunu kendim istemiştim. Her şey bundan 48 yıl önceki bir maceracı ruh bunu istediği için başlamıştı. Tüm yaşananlar benim yüzümdendi. Lavabodan ayrılıp, salondaki çekyatın üstüne uzandım ve o zamanları bir kere daha hatırladım. Her şey tam 48 yıl önceydi, ben o zamanlar daha 22 yaşında, üniversiteden yeni mezun olmuş bir gençtim ve 3 kişilik arkadaş grubumla beraber sürekli yurt dışında yaşayacağımız maceraların hayalini kuruyorduk.
Bir gün ailemle birlikte yaşadığım eski evdeki yatağımda uzanmış müzik dinleyerek hayaller kurduğum bir esnada telefonum çaldımıştı. Arayan en yakın arkadaşım Selim’di:
– Emre sana çok güzel haberlerim var. Sonunda istediğimiz maceraya çıkabileceğiz. İnternette bir ilan gördüm. Çok zengin bir adam korkunç olduğu söylenen bir köşkte kalmak için 1 milyon dolar teklif ediyor.
-Peki kaç gün?
-Sadece 1 hafta.
-Ama bu çok saçma. Bir adam neden bir evde 1 hafta kalman için 1 milyon dolar verir ki?
-Bende bilmiyorum, bunu gidip öğrenmemiz lazım anlaşılan. Demek ki maceracı birilerini arıyor…
-Tamam o zaman. Peki tarih ve saat ne zaman?
-Yarın 13.00’da.
-Tamam orda buluşuruz.
-Tamam zaten diğerleri de geliyor görüşürüz.
-Görüşürüz.
Ertesi gün başvuru için başvuruların yapıldığı ofislere gittik. Bizden başka kimse gelmemişti. Zira yörenin halkı hurafelere fazlasıyla inanırdı. Demek ki cinleri, perileri duyunca gelmemişlerdi. Neyse, bu bizim işimize gelir diye düşünerek kayıtlarımızı yaptırdık. Görevliye “Köşkte ne var?” diye ne kadar sorduysak aldığımız cevap hep aynıydı: “Köşkteki en büyük zorluklardan biri bu: ne olduğunu bilmediğiniz bir hiçliğe gitmek.”
O zamanlar, gözümüz bu felsefi konuşmayı anlayamayacak kadar macera yaşama hevesiyle kararmıştı. Oysa görevli her şeyi açıkça söylemişti. Fakat biz anlayamamıştık. Bilmediğiniz bir hiçliğe gitmek hiçlik, hiçlik, hiçlik… Aslında her şeyi o kadar iyi açıklıyordu ki… Ama ben bu yüzden burada değil miydim? Ne olduğunu bilmediğim bir hiçliğe gitmek için… Çekyatın üzerinde sol tarafıma dönüm ve bir iç çektim, sonrasında hatırlamaya devam ettim. Arkadaşlarımla birlikte içeriye doğru heyecanla girmiştik tahta köşkün kapısından. Tahta köşk sanki yepyeniydi ve mavi boyalıydı. İçeri adım atar atmaz adeta büyülenmiştik. İçerisi çok güzeldi ve giriş bölümündeki kristal avize köşkün güzelliğine güzellik katıyordu. Aniden dışarıdan gelen bir ses duyuldu “kapıları kapatıyoruz, 1 hafta sonra görüşürüz” ve kapılar kapandı. Hepimizin odaları köşkün antresinin ortasındaki görkemli merdivenden çıkınca görünür oldu. Odamın kapısından içeri girdim, yanımda getirdiğim eşyalarımı odadaki ahşap masanın üstüne koydum ve 1 saat kadar uyudum. Uyandığımda masanın üstündeki aynada kendime baktım; sakallarım çıkmıştı. Şaşırdım. Sonrasında koridora çıktım. Ne şans ki arkadaşlarım da çıkmıştı ve aynı anda, aynı şeyi söyledik “burada bir terslik var”. Ama aptal olan bizdik. Bir terslik olmasaydı niye bu kadar para versinler ki…
Kısa bir süre sonra çok acıktığımı fark ettim, diğerleri de aynı şeyi söylediler. Koridora baktık. Dördüncü bir oda vardı. Hızlıca içeri girdik. Odada bolca yemek vardı ve biz hemen yemeye başladık. Çok acıkmıştık ama sadece çok az bir kısmını yiyebildik. Sonrasında salona geçip konuşmaya başladık. Üç saat geçmişti, Selimin yüzünde bir tuhaflık fark ettim “ben iyi değilim” dedi ve bir anda yere yığıldı. Onun değişik yerlerine dürtükledim, onu salladım fakat hiçbir cevap alamadım. Nabzını ölçtüm ve hemen sonrasında “Nabız yok!” diye bağırdım. Tamda o esnada Eymen de yere yığıldı. Onun da nabzını ölçtüm. Bu seferki sadece bir mırıldanmaydı; “nabız yok…”. O gün sabaha kadar orada öylece kaldım, hiçbir şey yapamıyordum ve adeta ölümü bekler gibi bekliyordum. Uyuya kalmıştım. Güneşin parlak ışıkları pencereden içeri vuruca uyandım ve o zaman bulunduğun yerden kalkabildim. Hemen arkadaşlarımın cansız bedenlerine baktım ve onlardan geriye kalan kemikleri gördüm. Tamda o esnada havadaki çürümüş ceset kokusu bir anda burnuma vurdu ve inler gibi derin bir iç çektim.
Merdivenden çıktım ve koridordaki 5. odaya girdim. Oranın banyo olduğunu anladım. Aynadaki yansımama baktım. Bir gecede saçlarım ayaklarıma kadar, sakallarım göbeğime kadar uzamıştı. Panikle aynanın üstündeki dolabı açtım, oradan bir makas buldum. Korkarak aynaya tekrar baktım ve sanki ölmüşümde dirilmişim gibi göründüğümü bir kere daha fark ederek manen yıkıldım. Hatta bir an için intihar etmeyi düşündüm. Geride kalacakları düşünerek vazgeçtim. Bulduğum makasla saçlarımı ve sakalımı olabildiğince kestim.
Tahta köşkteki sırrı o esnada anlamıştım. Köşk içindekilerle birlikte ama hızla yaşlanıyordu. Bu gerçeği fark ettiğim anda sinirlenerek makası aynaya doğru fırlattım. Odama geçtim, yatağıma uzandım ve yine uyuyakaldım. Uyandığımda anlattığım olaylar tekrar gerçekleşti. Matematiksel olarak bir saat köşkte yaşayanlar bir yıl yaşlanıyordu. Yattığım yerden doğruldum ama ayağa kalkamadan yine aynı uyku bastırdı. Sanki uyuşturucu gibi sürekli beni uyutmaya çalışıyordu. Bedenin bu uykularda dinlenmekte ziyade yorulmuştu. Uyudum, uyudum ve yine uyudum… Sonra birinin bana “Emre Emre Emre” diye seslenmesiyle uyandım. Bu o görevliydi bana bir haftanın dolduğunu ve 1 milyon doların sahibi olduğumu söyledi. Bitkin bir şekilde ayağa kalktım ve “çok yorgunum” diye mırıldandım. Güçlükle dışarıya çıktım, temiz havayı içime çektim ve patronları olan zengin adamla konuşmak istediğimi söyledim. Yaklaşık 10 dakika sonra onun ofisindeydim. Sadece alçak sesle ve yavaşça şunu sordum: “Neden?” sonrasında gözümden 2 damla yaş süzüldü. Adam anlatmaya başladı:
-Ben bunca yıldır dünyanın en büyük sağlık şirketini yönetiyorum. Benim ilaçlarım sayesinde milyonlar ölümden döndü. Fakat gün geçtikçe fark ettim ki iyileşen insan sayısı arttıkça benimde yaşım ilerliyordu ve artık çok yaşlanmıştım. Kendimi işe adadığım için ailemle bugüne kadar oturup bir vakit bile geçirememiştim. Bunca yıl bana çok kısa gelmişti. Bende buna çözüm olacak şeyi aradım. Son kez kendimi işe verdim. Aslında cevap basitti. Uzun yaşam yüzlerce yıl sürecek bir yaşam?… Tam 20 yıl bunun üzerinde çalıştım. Sen ve arkadaşlarınsa ilk deneklerimdiniz. İlaç çok ağır o yüzden 2 arkadaşını öldürdü. İlaç yediğiniz yemeklerin içindeydi. Sözleşmeyi kabul ettiğiniz zamansa size bir nano iğneyle başka bir ilaç verdik. O ilaç ise yaşlandırma ilacı. Bu deneyin sonucunu görmek yüz yıllar sürerdi ki bu yüzden bizde bu yönteme başvurduk. Sonuçlar senin üzerinde başarılı oldu. Yani yüzlerce yıl yaşayacaksın ve artık hiç yaşlanmayacaksın. Ama senin üzerinde olan gözlemlerimizde hiç iyi değildi. Depresyon, intihara meyillilik vb. gibi şeyler gözlemledik. O yüzden ilacı kullanmamaya karar verdik.
Bense yavaşça mırıldandım:
-Ey zengin adam topraktan geldik toprağa gitmeliyiz.
Sonra ani bir hamleyle masadaki posta açacağını alıp kendime sapladım son olarak bağırdım:
-Topraktan gelen toprağa gider!…
Son olarak sorulması gereken bir soru hep vardır:
-Şimdi ben öldüm mü?