Kar saçına düşüyor, burnun da üşüyordu ama senin umurunda hiç bir şey yoktu. O gülüşün, o heyecanın, o sevgin beni yılın en soğuk gününde bile ısıtmaya yeterdi. Çünkü ben seninle öğrendim yaşamanın ne olduğunu, seninle öğrendim renkleri görmeyi. Bir zamanlar bana o kadar uzaktı ki bu hayat, rüyalarımda görsem bile garipserdim. Ama şu anda, sen benim yanımda, elinde amerikano kahven ve saçında yıldızlar gibi parlayan kar tanecikleriyle bana kanıtlıyordun ki mutluluk düşündüğüm kadar uzak değilmiş.
Hayatta anlamım yoktu benim senden önce. Her sabah aynı saatte uyanırdım, aynı üniformamı giyerdim, işe giderdim, aynı yerden simit alır ve aynı masada kahvaltımı yapardım, aynı saatte. Hiçbir tat yoktu hayatımda, bir fark, bir kontrast yoktu. Ve o kadar uzak geliyordu ki o fikir, bende onu arayacak cesaret de yoktu. Bunu hak ettiğime inanıyordum, ne de olsa bir önemim yoktu ki hayatta! Herkes gibi olmak demek o kadar kötü değildi benim için o zamanlarda. Çünkü tatmamıştım o mutluluk hissini, görmemiştim nelere değdiğini.
Bir Çarşamba sabahı, yine aynı yerden simit alırken sırada beklemem gerekti, çünkü bu sefere tazesi kalmamıştı, fırından yeni çıkarmak için beni bekletiyordu Mehmet Amca. İyi ki bekletmiş, çünkü sonra sen geldin. Ben beklerken sen girdin kapıdan, ve o anda ben ilk nefesimi almışım gibi başım döndü, ciğerlerim yandı, ve elbette aldığım nefes bana yetmedi, daha fazlasını istedim. Kumral saçların dağınık, suratını ve gözlüklerini kaplıyordu. Elinle her ne kadar geriye itsen de belliydi ki sabah zamanın olmamış, tarayamamıştın. Ama o dağınık saçların o kadar yakışıyordu ki sana, sanki bir portreden fırlamış simit almaya gelmişsin gibiydi, her ne kadar mümkünatı az olsa da. Sen de bekliyordun benim gibi, ondan yanıma geldin, fakat konuşmadın. Çantandan bir kitap çıkarıp okumaya başladın, adı Suç ve Ceza.
Daha simitlerimiz bitmeden kitap hakkında konuşmayı bitirmiştik, tartışılacak konu kalmamıştı, senin o heyecanın var ki her gördüğümde gülümsemekten alamam kendimi. Hele bir gülüşün olur beni salak salak sırıtınca gördüğünde, içim erir cennete erkenden giderim sanki. Edebiyat bölümü okuyan, fakat psikolojik eserleri en çok seven oğlan ve edebiyat aşığı ama psikoloji okuyan kız. Sanki bir romandan okuyordum bu hikayeyi. Ama fark şuydu ki, ben bu hikayeyi okumuyordum, yaşıyordum.
O günden beri kaç yıl oldu, sevgilim? 5 yılımızı bitirdik galiba, ne kadar hızı geçti senle zaman. Fakat hızına rağmen her detayını, her saniyesini daha yeni yaşamnmış gibi hatırlarım, bilirim, unutamam. Uzak ve imkansız görünen bir şey, bir anda yakın ve mümkün olabilirmiş, sen bunun kanıtısın