“Bu yazıdaki ana karakter ve yan karakterler (Bach dışında) kurgudur. Gerçek bir hikaye değildir”
(Eduwado) “Dün gece huzurla yattığımda hiçbir şeyim yoktu. Yalnızca otuz altı yaşında kendi halinde bir dükkan sahibiydim. Durumlar iyi gidiyordu. 17. yüzyılda kırık dökük olmayan, zengin bir mahallede kafe işletiyordum. Ta ki sabah uyandığımda klasik müzik konserini düşünene kadar. Ne oluyordu bana? Neden bir anda böyle bir düşünce gelmişti aklıma? Bir süre düşündüm ve biletleri almaya gittim. Bunun sebebi büyük ihtimalle dokuz yaşındaki oğlumun narin elleriyle bastığı klavsen tuşlarından çıkan sesle uyanmamdı. Müziğe ilgiliydim fakat yeteneksizdim. Birçok minuet, etüt dinlemiş, müziğin evrimi hakkında kitaplar okumuştum. Fakat hiçbir zaman böyle bir istek görmemiştim. O gün, kahvemi içtikten sonra kendimce bir ilke imza attım ve salona gidip piyanonun başına oturdum. Aklımdan geçen güzel bir parçayı notasız şekilde çalmayı denedim. Bach’ın bir eseriydi bu parça. Ve o an inanılmaz bir şey oldu. Ben hiçbir şey bilmesem, klavsen çalmayı sadece notalardan ibaret sansam bile o an müzik bir anda kusursuz bir teknik ile kulağa gelmeye başladı. İyi de ben bunu nasıl fark ediyordum? Çıkan notaların ne olduğunu sonuna kadar duyuyordum ve hayatım boyunca oturup bir saat piyano çalışmamıştım. Beynim parmaklarımı sanki tuşlara ne yapacağını biliyormuş gibi yönlendiriyordu. Yakınlardaki bir kursa gittim ve öğretmenin bu durumu bana anlatmasını istedim. Bayan ise: “Beyefendi, böyle bir durum gerçekleşmiş olamaz! Siz Bach’ın en zor eserlerinden birini çalmışsınız. Üstelik tek seferde! Bu mümkün değil unutkanlık hastalığınız mı var acaba? Çalıştınız ve unuttunuz mu? Yakın zamanda bir doktora görünseniz iyi olur.” diye cevap verdi.
(Arkadaşı) Konser günü geldi çattı. Biletlerimiz hazırdı. Karımı ve oğlumu alıp hızla konserin yolunu tuttuk. Arkadaşım Eduwado da gelecekti. Bugün ne ile karşıma çıkacaktı görecektik. “Hey adamım! Kendini nasıl hissediyorsun bugün? Dün ben Bach’ın en zor eserini bir şekilde çaldım. Sen ne düşünüyorsun.” dedi. Gelir gelmez böyle garip bir olay yaşanması zaten saçmalıktı, sanattan nefret eden ve gereksiz olduğunu düşünen birinin klasik müzik konserine gelmesi zaten en başından beri… Dinlemeye başladık. Gerçekten güzel bir orkestra vardı iyi çalışmışlardı. Fakat bir şey eksikti… Bir klavsenist. Evet bir ses eksikti ve Eduwado bunu fark etmiş gibi bakıyordu. “Acaba şansımı denesem mi?” diye sordu bana. Ben ise “Rezil rüsva olursun.) dedim. Fakat onun inadı inattı. Sahneye itiraz etti. Böyle bir şeyin imkansız olduğu en başından belliydi ama yine de denedi. Bir şekilde pazarlık yaptıktan sonra oturdu klavsenin başına. Onu alkışladım. Hangi parçayı çaldığını biliyor olmalı diye düşündüm ki bunu bildiğine emindim. Hızla çalmaya başladı ve hayatımda ilk defa bu kadar güzel çalınan bir parça duymuştum. Bu nasıl oldu? Yıllarca konservatuarı bizden saklayarak mı okudu, diye sorguladım. Fakat onu tanıyordum öyle bir şey yoktu.
(Eduwado) Parça bittiğinde salon tarafından ayakta alkışlandım. Herkesin ağzı açık kalmıştı. Bu nasıl olur diye konuşmalar başlamıştı. Bu başarımdan sonra Almanya’dan bir mektup geldi. Üzerinde bir isim yazılıydı. Johan Sebastian Bach. Anlaşılan bir şekilde bu performansım hızlı yayılmıştı. Hatta dünyanın en büyük müzik dehalarından, müziğin kaderini değiştiren bir adama ulaşmıştı. Eh tabii biraz farklıydı. Hızla Almanya’ya gitmek ve tanışmak için bir seyahat aracı buldum. Valizimi topladım ve derhal Almanya’ya gidecektim üç gün sonra. Yolculuk başladı ve yaklaşık yirmi saat yirmi beş dakika sürecekti. En arka koltukta sıcak kahve ile başladım yolculuğuma. İşimi, ülkemi ve arkadaşlarımı terk etmiştim. Karım ve çocuğum yan koltuklardaydı. Onlar için bir pansiyon ayarlamıştım. Kendim içinde. Yolculuğun yarısına doğru dümdüz gidiyorduk, artık sıkılmıştım. İkramlar birazdan gelecekti. Yaklaşık dokuz saattir uyuyordum ve bu birazcık garip gelmişti. Onuncu saatimizdeydik ve aklıma bir anda bu yolculuğa nasıl çıktığım geldi. Bir anda oluşan durum sonrasında kendimi Stefano Di Eduwado değilde bir sanatçı gibi hissettim. On kişi geldiği kafenin kırık camından dışarıyı izlerken Almanya’ya giden aracın çift camından dışarıyı izliyordum. Hayat ne garip, diye düşündüm ve ardından yemeğimi yiyip uzun bir uykuya daldım. Uyandığımda gelmiştik. Almanya’nın Leipzig kentinde hızla verilen koordinata doğru ilerledim. Geldiğimde ise durum inanılmazdı. Bach orada yoktu. Acaba beni kandırmak için bir arkadaşımın yaptığı şaka mı bu, diye düşündüm. Eğer öyleyse hiç de komik değildi. Zira İspanya’dan gelip gerip dönmek hoş olmazdı. Eh belki tarihi güzellikleri falan görürdük ama onun için bir önlemim yoktu. Ne yedek otobüs vardı ne bir şey. Sadece bir banka oturup elimi başıma koyup bekledim. Karım ve çocuğum bana bakıyordu. Ne yapacağız, der gibiydiler. Hızla bir sokak restoranından yemek almak istedim ama cebim boştu. Karıma sordum bir tanıdığı var mı, diye; olmadığını söyledi. Bizim için zorlu olacak bir gün başlıyordu. Hızla oğlum plan yapmaya başladı. Şehirde olduğumuz için her şey vardı fakat biz geceyi geçirebilmek için bir yol arıyorduk, elbet bulacaktık. Bir battaniye bulabilsek belki işimize yarardı. Ama o an karşımda bulunan kiliseden, beyaz peruklu, orta boylu bir adam çıktı. Az çok Almanca bildiğim için yanına gittim. Kendisine bana bir mektup geldiğini ve bu koordinatın yazdığını söyledim. Bana hafif bir bakış attı ve evet diye cevap verdi. Kendisi evine doğru geçmek istediğini söyledi. Kabul ettim, çocuğumu ve karımı bir otobüs durağına götürdüm ve hızla onu takip ettim. İçeride bir klavsen vardı ve oturup çalmaya başladı. Tuşlara gerçekten farklı dokunuyordu. Klavsende tuşa uyguladığınız şiddet sesi değiştirmez. Hafif basıldığında bile net duyulur fakat bu müzikallik ile çalabilmek yetenek ister. Bach o an bana hayatımdaki en güzel ezgiyi çaldı. Gerçekten inanılmaz geliyordu kulağa. Yanına gidip onu tebrik ettim. Bana çalabilmem için fırsat verdi. Gerçekten şu an hayatımın en önemli anlarından biriydi. Hızla oturdum ve kendisinin en zor parçalarından birini kusursuz bir şekilde çaldım. Bu onun ayakta alkışlamasına ve tebessüm etmesine sebep oldu. Beraber bir beste üzerinde çalışmayı önerdi. Seve seve kabul ettim çünkü normal bir sanatçı değildi o. Barok dönemin şüphesiz en büyük sanatçısı karşımda bana bir beste yapma önerisi teklif ediyordu. Bir an kendime güvenim geldi. Birazcık da ego dediğimiz şey. Azıcık egodan zarar gelmez dedim, göğüs kabarttım.
(Genel) Johan Sebastian Bach ile Stefano Di Eduwado müthiş bir besteye imza atmışlardı. O zamanlar medya dediğimiz şey belki yoktu ancak Almanya dönemin en iyi sanatçılarına sahipti. İmza attıkları prelude gerçekten muazzamdı. Son zamanlarda Eduwado tuşa basılınca çıkan sesin yumuşayıp yumuşamadığına, tuşa basılma anındaki şiddetin karar verdiği müthiş bir düzenek geliştirmişti. Egosu tavan yapmıştı. Her şey onun için iyi gidiyordu. Bach ile araları bozulmuştu fakat onu kafasına takmıyordu. O kariyerindeki en iyi dönemi yaşıyordu. Kendisi elde ettiği bu egoyla buna “altın dönem” demişti. Evet, belki çok iyiydi ancak Bach kadar iyi değildi. Kısa sürede Bach cevabını ağır olarak verdi. Bu kariyerinin bitmesine sebep olacaktı. Bach aynı düzeneği kendisinin daha önce tasarladığını Alman halkına göstererek bu sahte egoyu bitirdi. Artık tek bir sanatçı vardı. Belki Eduwado zekiydi ama bir deha değildi. Kendisini hala süper bir güç sansa bile halk arasında adını yalancıya çıktığını bilmiyordu. Onu kimse istemiyordu. En yakın arkadaşı bile…