Yaz tatili, iki dönemlik eğitim sürecinin sonunda öğrencilere verilen yaklaşık üç aylık bir süredir. Bu sürede öğrenciler okula gelmez ve verilen ödevleri yapmakla yetinir. Bu üç aylık süre için birkaç sayfa ödevi fazla gören öğrenciler yakınır ve hepsini son güne bırakır. Ödev yapmadığı günlerde ya video oyunları oynar ya bir gününü aralıksız film izleyerek geçirir ya da tüm tatilini arkadaşlarıyla kafelerde oturarak geçirir. Halbuki, yaz tatili öğrenime devam etmek için o kadar güzel bir zamandır ki.
Hepimizin sandığının aksine öğrenmek sadece okulda gerçekleştirilen bir eylem değildir. Bakkala yürürken gördüklerinden öğrenebilirsin, metroda giderken kulak misafiri olduğun tartışmadan bile öğrenebilirsin, eline tutuşturulan kitabı açıp okuduğunda öğrenebileceklerinden bahsetmiyorum bile. Anlayacağın üzere öğrenmek istersen öğrenebileceğin çok şey var. Aslında öğrendikçe henüz öğrenmediğin onca şeyin farkına varıyorsun. Edward Young’ın da dediği gibi “Öğrenmenin sonsuzluğu, insana ne kadar az bildiğini gösterir.” Ama öğrencilere verilen üç aylık tatil büyük bir fırsatın kapılarını açıyor: Gezebilirsin! Annenin hep bahsettiği ama sürekli ertelediğin müzeye gidebilirsin, anneannenin büyüdüğü sokakları görmek için Kızılcahamam’a gidebilirsin, birkaç günlüğüne İstanbul’a gidip sokaklarda kaybolabilirsin, tarihin kokusunu içine çekebilirsin…
Tabii tüm yazını sahilleri dolaşarak geçirmek istemezsen. Demiyorum ki sahile ayağını basma, kafanı kitaplara göm, müzelerin içinden çıkma; çünkü aslında sahilde uzanırken düşüncelerinde kaybolduğunda kendin hakkında öğreneceklerini bir kitabı okurken öğrenemeyebilirsin fakat kendini istediğin her zaman öğrenebilirsin, keşfedebilirsin ama doyabildiğince gezmek için sadece üç ayın var. Bir yılın dörtte üçü sana ne yapman gerektiği söylenerek geçiyor. Sana eteğinin kısa olduğunu söyleyen teyzeye inat o eteği giymen için bir fırsat, kız dediğin evinde usluca oturur diyen amcaya inat tüm gün dışarda olman için bir fırsat, senin sesin çıkmayacak bayansın sen diyen herkese inat kadın olduğunu suratlarına bağırmak için bir fırsat. Sana yapamayacağın söylenen her şeyi yapmak için kocaman bir fırsat var elinde.
“En büyük cezaevi, cahil bir insanın kafasının içidir.” demiş Montaigne. Bence her gün bir kitabın kapağını açmayan herkes yavaş yavaş kendi cezaevinin tuğlalarını üst üste koyuyordur. Nasıl cezaevi bir günde inşa edilmiyorsa bir günde de cahil olamazsın. Şu an çok fazla şey bildiğini sanıyor olabilirsin ama öğrenmek için bunca şey varken aslında bir nevi hep cahil değil miyiz? Aslında doğduğumuzdan beri bir set tuğla hep çevrili etrafımızda. Okuyarak, gezerek bu tuğlaları kaldıra da bilirsin ya da var olan tuğlaların üstüne eklemeye devam edebilirsin.