İşte gelmiştim. Yine karşısında kendimi karıncadan daha küçük ve ezik hissettiğim, tamamen kaplı olduğu camlardan yansıyan her ışığın gözümü aldığı bir başka gökdelenin önünde duruyordum. ‘’Hadi bakalım.’’, dedim içimden. Bu ilk deneyişim değildi, ama bu seferki son olmak zorundaydı.
İçeri ayak basmamla beni rahatsız bir koltuğa oturtmaları bir oldu, yaptıkları her şeyin beni bir şekilde sınamak için yapıldığını biliyordum. Kaç dev binanın içinde, rahatsız bir koltukta daha beklemiştim? Yedi? Belki sekiz? Biliyordum ki en az yirmi beş dakika bekletilecektim, bu dev korporelerin oyunları hep aynıydı. Sanki kimse yeterince önemli değilmiş gibi davranıyorlardı, önemsiz hissedenlerse bu şekilde eleniyorlardı. Basit bir sistem olsa da iş dünyasında yüzyıllardır aynı kalan tek kural budur. Yirmi beş dakikamı sanki yetişecek başka bir yerim varmış gibi görünerek geçirdim, burası hayatta kalmak için son şansım değilmiş gibi.
Aslında içim içimi yiyordu, başarısız olma gibi bir şansım yoktu. Yani artık olamazdı. Dünya sadece ayrıcalıklı insanların var olabileceği bir yer haline gelmişti; varsıl iş adamları, kozmik emlakçılar, ünlüler ve politikacılar Dünya’yı kendileri için güzelleştirip geri kalan herkes için bir cehennem haline getirmişti. Sonunda tüm Dünya’yı kendilerine layık gördüler ve geri kalanlar atıkmışçasına işçi grubu olarak uzayda barınmaya ve çalışmaya zorlandı. En alt kademeden başlayan zorunlu uzay işçiliği için zamanla daha da fazla insan gerektirmeye başladı. Ve sıra bende. Ben ve geri kalan tüm ailem olan annem. Eğer sistemi bozamayacak kadar güçsüzsem belki de onun içine girmeliydim, bugün de buradaki hedefim de buydu. İçlerinde kendime rahat bir yer edinecektim, milyon ışık yılı uzakta ölene kadar karanlıkta süzülmek gibi bir planım yoktu.
Neredeyse kendime acımaktan gözlerim dolacaktı ki sonunda adım anons geçildi ve mülakata çağrıldı. Şimdi benim zamanımdı çünkü başka şansım var sayılmazdı. Biraz daha rahat bir koltuğa oturtuldum ve yine yalan maratonu başladı.
‘’Önceki işinizden neden ayrıldınız?’’ Klasik ilk sorulardan biri. Deneye yanıla buna verilecek en uygun cevabı geliştirmiştim kendimce:
‘’Tarımla uğraşıyordum. Eski şirketimin idealleri benimkilerle tamamen paralel değildi, işimin geleceğinin uzaya taşınabileceğini sezmek zor değil. Ayrıca tarım işçilerinin çoğunun Dünya dışı sistemin yeni bel kemiği olması da şirketle aramı açıp ayrılma sürecimi hızlandırdı.’’
Yarı dürüst olmak her zaman en iyi seçenekti. Yalan ağır bastığında sizin ayağınızın yere basmadığını sezebilecek kadar deneyimlilerdi.
‘’İdeallerinizden bahseder misiniz?’’
Bu sorunun önünü önceki cevabımla kendim açmıştım, cevaplamaya hazırdım.
‘’Büyük keyifle, öncelikle Dünya’nın potansiyelinin sonuna kadar tüketildiğini hissediyorum. Gerekse küresel ısınma, gerekse manevi ve insani tüm problemler sanki Dünya’yı bir kenara sıkıştırıp onun ömründen ömür aldılar. Artık hem Dünya’nın hem de bizim nefes almaya ihtiyacımız var. Ben bu nefes için çalışmak istiyorum. Artık Dünya’da işletilebilecek verimli topraklar yok belki, ama olabilmesi ihtimaline karşı ben burada çalışmalarıma son ana kadar devam etmek ve buradaki insanlara hizmet etmek istiyorum.’’
Gözlerinden etkilendiği belliydi, onlar da Dünya’da sadece zenginlerin kalmasının uzun vadede Dünya’yı tüketeceğinin farkındalardı. Ucuza burada çalışacak bir grup insana ihtiyaç vardı ve bu gruba mensup olmak bile çok büyük emek gerektiriyordu. Ne yüksek akademik puanlar ne de tavsiye mektupları işe yarıyordu, artık mühim olan niteliğin değil hayatta kalmak için neler yapabileceğindi. Bu yüzden artık kimse sizin hangi üniversiteden mezun olduğunuzu sormaz, artık önemi yok. Herkes biliyor ki eğer burada durup Dünya’da kalmak için bir şansın olduğunu düşünüyorsan zaten eften püften bir yerden mezun değilsindir. Ya gerçekten Dünya’ya karşı tutkulusundur ya da başka seçeneğin kalmamıştır. Benim gibi.