Gözlerimi her yeri kaplayan devasa ateşlerle açmıştım. Her tarafımı sarmış duman gözlerimi yakıyordu. İnanamıyorum, gerçekten de ucuz kurtulmuştum! Sağ çıkacağımdan kesinlikle kesmiştim umudumu, aksine acı çekmeden ölmek için yalvarıyordum kendi kendime. Kulağımdaki çınlama durmak bilmiyor, başımı ağrıtıyordu. Etraf onca çatışmadan, karmaşadan, gümbürtüden sonra tanınamaz hale gelmişti. Nihayetinde savaştı bu, hafife alınacak bir şey değil. Yaşadıktan sonra anladım savaşın aslında ne olduğunu. Kafanızda kurduklarınızdan yüzlerce hatta belki de binlerce kat daha acı verici. Sadece fiziksel acıdan bahsetmiyorum. Silah sesleri sessizliğin yerini alınca başlıyor bu acı. Bebeklerin ağlaması, annelerin feryadı, babaların ailelerini koruyamamanın verdiği yetersizlik duygusuyla silahlarına sarılmaları, işe yaramayacağını bildikleri halde insanların telaşla yardım aramaları… Asıl acı bunlar işte, asıl acı çaresiz insanların koşuşturması, korumasız kadınların bebeklerinin kokusunu belki de son kez içlerine çekmeleridir.
O gün sabah erkenden uyanıp kuyuya su almaya gitmiştim. Diğer günlerin aksine bugün güneşliydi, tam piknik yapmalık bir hava vardı. Eve gidip annemi, babamı ve küçük kız kardeşimi kahvaltı için uyandırmıştım. Çok geçmeden tüm çocuklar dışarı çıkıp güneşin tadını çıkarmaya başlamıştı. Kimi top oynuyor kimi evcilik kimi ise ip atlıyordu. Minik bir köydü fakat kimse bundan şikayetçi değildi, herkes birbiriyle iyi anlaşıyordu ve birbirini tanıyordu. Gayet sakin ve huzurlu bir ortamımız vardı fakat dışarısı pek de öyle değildi. Ülkede gitgide isyanlar artıyor, otorite bozuluyordu. Ama bizim gibi uzak köylerdeki insanlar biraz şanslıydık diğerlerine göre. Herhangi bir tehlike yaklaşacak olursa bize önceden haber veriliyor, güvenliğimizden emin olunuyordu. Bu görevi ise ben üslenmiştim. Her gün köye dışarıdan gelen herhangi bir mesaj veya haber var mı diye postayı kontrol ediyor, telefonlara bakıyordum.
Sabah her zamanki gibi rutin tüm işlerimi tamamladıktan sonra postaya ve telefona herhangi bir şey gelmiş mi diye bakmıştım ama hiçbir şey yoktu. Tabii ki yersiz bir mutluluk kaplamıştı içimi, ne de olsa bir gün daha yaşayabilecektik. Hava da güzel olunca ailemle dışarıda piknik yapmaya karar vermiştik. Piknik çantasını çeşitli yiyeceklerle doldurduktan sonra başlamıştık yürümeye, dağın biraz daha yukarısına çıktıktan sonra durduk. Gün ışığı bana adeta göz kırpıyordu. Çok geçmeden dağın arkasından bağırış sesleri gelmeye başlamıştı. Biraz daha yakından baktığımda ellerinde silahlarla bir kamyon dolusu adam geldiğini görmüştüm. Hemen aşağı doğru koşmaya başladım. Git git bitmiyordu sanki yol. Hemen inip herkese kaçmasını ve tehlikenin yaklaşmakta olduğunu söylemiştim ki silah sesleri duyulmaya başlamıştı. Artık her şey için çok geçti…
Yerde durmuş bacağımın kanamasını izliyordum, zaten acı çekmiyordum. İçimdeki acıdan fazla değildi fiziksel ağrım. Etraf sessizliğe bürünmüştü, 20 dakika öncesinden ödün yoktu. Bütün o bağırışların, yakarışların ardından geriye sadece ateşin çıtırtısı kalmıştı. O kadar boş ve anlamsızdı ki artık her şey öylesine kalakalmıştım. Belki de piknik yapmak yerine bekleseydim, o sinir bozucu telefonun yanında bekleseydim de bunlar yaşanmasaydı. Hepsi benim suçumdu. Eğer o mesajı görseydim her şey şuan çok daha farklı olabilirdi. Son bir gözyaşı süzüldü yanaklarımdan ve fısıldadım kendime ‘Özür dilerim…’
Son Pişmanlık
(Visited 32 times, 1 visits today)