30 Haziran 1998
Sevgili Kızım,
Bugün beni bırakıp gittiğinden beri ilk defa yazıyorum sana. Özledim seni; kokunu, dokunuşunu, bana anne deyişini, kapıyı çekip gittiğinde geri gelmeni özledim… Ah keşke burada olsaydın da son bir kez görebilseydim seni. Ah benim güzel yürekli, ipek saçlı kuzum; sen küçükken ne de güzeldi saçını tarayıp masallar okumak sana, hiç şikayet etmez saatlerce otururdun yanımda. Bazen böyle eskileri düşünürüm kendi kendime, yaşlılık işte ya da yalnızlık de sen ona en iyisi.
Düşündükçe anlıyorum ki aslında şuan yaşadığım ne kadar da sıkıcı bir hayat, sevdiğin insanların yanında olamadığı, hele bir de o insanların bir daha asla yanında olamayacağı bir hayatta nasıl hoşnut olabilirdin ki zaten? İnsanın umudu bile olamıyor bu durumlarda. İlk defa kendi annemi kaybettiğimde anlamıştım bunu. Ona, o zamana kadar olduğundan çok daha fazla ihtiyaç duyuyordum, lakin o artık yoktu.
Bu hissi sen de biliyorsundur. Babanı kaybedeli kaç yıl oldu ki şuracıkta? O öldükten birkaç ay sonra sen de yurtdışına eğitime gitmiştin. Benim yanımda kalmak, destek çıkmak için çok ısrar etmiştin ama bir yıl önceden planladığın ve son derece kusursuz hazırladığın bu eğitime benim için gitmemeni istememiştim. Hem babandan para da kalmıştı. Maddi olarak seni en rahat gönderebileceğim zamandı, manevi olarak değildi tabii ama olsun.
Sen gittikten sonra hem yalnız kalmamak hem de beklenmeyen bir durumda sana destek çıkabilecek paraya ihtiyacım olduğu için evin odalarından birini kiraya verdim. İlk kiracım Meryem diye bir kadındı hatta ona Meryem ana dediklerini söylerdi, ben de dalga geçerdim. Temizlikçi gibi bir tipi vardı, benimle yaşıt bekar bir kadındı, komikti bir de. Onunla iyi anlaşmıştım. İskambil oynamasını pek bilmezdi ama muhabbeti güzeldi. Bazen komşuları da çağırır sabaha kadar konuşup gülmekten altımıza işerdik. Benim için herkes gülerken bir kenara çekilip gökyüzünü izlemekti yalnızlık…
Dönem dönem beni ziyarete gelirdin; çikolatalar, şekerler getirirdin fakat yiyemezdim. Şeker hastası olduğumu sana söylememiştim. Benim hasta olduğumu bil istemezdim. Ünlü Meryem anayla da neredeyse tanışacaktın ama o işi gereği bir haftalığına evden gitmişti. Son dört senede birkaç kez gelebilmiştin zaten, sonra da geçmiş meselelerden bana küstün bir daha da gelmedin. Bir süre sonra Meryem de gitti.
Bu yoklukta hastalıklarım arttı, tanrı bende daha fazla yaşatma isteği duymadı ve beni kanser yaptı. Doktorlar altı ay kadar ömrümün kaldığını ön görüyorlardı. Bu süreçte hep seni düşündüm. Artık bana ihtiyacın yoktu, kendi ayakların üzerinde durabiliyordun. Tam istediğim gibi güçlü bir kadın olmuştun.
Bugün 30.06.1998 doktorların söylediği altı aydan sadece üç ay on iki günüm kaldı. Elden ayaktan iyice kesilmeden sana bir mektup yazmak istedim. Ha bir de bunu yazarken gönderdiğin tüm çikolata ve şekerleri yedim. Yaptığım doğru mu bilmiyorum. Fakat Gilman ”İnsan artık bir işe yaramadığında, kaçınılmaz ve yakın bir ölümden emin olduğunda, yavaş ve feci bir ölüm yerine hızlı ve kolay bir ölüm seçmek en basit insan haklarından biridir.” der. Ben de şekeri kansere tercih ettim.
ELVEDA…
Annen.