Evden çıkar çıkmaz karanlık gecenin içine doğru yürümeye başladım. Nereye gittiğimi bilmiyordum fakat iç sesim bana bir şeylerden kaçmam gerektiğini söylüyordu. Adımlarım hızlandı. Dün gece çılgınca yağan yağmurun ardında bıraktığı birikintileri sağa sola sıçratarak koşmaya başladım. Evet, hafızam yavaşa yerine geliyordu.
Koştukça hatırlıyordum. Çocukluğumun geçtiği bu sokaklar bana her şeyi anımsatma kabiliyetine sahipti. İşte, hepsi burada! Solumda o kırmızı kaydırak, sağımda küçükken kapısını çalıp kaçtığım o evler… O masum çocuk gerçekten ben miydim? Hayat beni nasıl böyle acımasız ve duygusuz birine dönüştürüvermişti? Çocukken ne hayallerle oynadığım o parka girip biraz nemli ve soğuk olan kırmızı kaydırağın ucuna oturdum. Kafamın içinde dönüp dolaşan cümlelerin gürültüsünü saymazsak bu ıssız ortamda duyulan tek ses, yerde yuvarlanan cam şişenin taş zemine sürterken çıkardığı takırtıydı. Kafamı kaldırıp ağaçların arasından görünen uçsuz bucaksız gökyüzüne baktım. Yıldızlar dünyanın bütün pisliğinden habersiz, hiç sönmeyecekmişçesine parıldıyordu. Kafamı geriye yaslayıp kaydırağın soğukluğunun beni bir çift sıcak kol gibi sarmasına izin verdim. Bir süre gözlerimi semaya dikip öylece yıldızları seyrettim. Uzun süredir tek başımaydım ancak yalnızlık o kadar da kötü değildi aslında. Yalnız olmak insana kendini ve iç dünyasını tanıma şansı veriyordu.
Sokağın başından gelen ayak seslerini duyar duymaz iç dünyamdan sıyrılıp silahıma davrandım. Sıkıca kavradığım tabancayı karanlığa doğrulttuğumda ellerimin titrememesine özen gösterdim. O karanlığın ardında beni bekleyenin ne olduğunu bilmiyordum fakat yılların tecrübesi sayesinde bu mesafeden ateş etmek çok da zor olmasa gerekti. Bir süre hiç kıpırdamadan bekledim. Gelen geçen kimse yoktu. Korkuyla etrafıma bakındım. Git gide paranoyaklaşıyordum. Parktan çıkıp başka bir sokağa girdim. Hızlı yürüyordum ve tetikteydim, beni takip eden birileri varmış gibi hissediyordum.
Dar sokaklardan kurtulup ana caddeye çıktım. Nefes nefese kalmıştım. Kaldırımın kenarına oturup nefesimin düzene girmesini bekledim. Sanki az önce korkuyla koşan ben değilmişim gibi sakince gelip geçen arabaları seyrediyordum. Birden elim cebimdeki telefonuma uzandı. Tereddütle telefon rehberini açtım. Vücudum beynimden ayrı hareket ediyordu sanki. Rehberde isminin baş harfini bulunca durdum. Yıllardır sesini duymuyordum. Ona olan ihanetimden sonra beni affetmemekte haklıydı ancak o benim tek dostumdu. Sırtımı güvenle yaslayabileceğim tek duvar… Kendime engel olamayıp arama tuşuna bastım. Henüz telefonu açmamış olmasına rağmen kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Birkaç saniye geçmeden o soğuk sesi duydum. ‘’Ne istiyorsun?’’ Birkaç saniye kitlenmiş gibi hiçbir şey diyemedim. ‘’Yardımına ihtiyacım var.’’ Sesim tahmin ettiğimden daha kısık, daha ezik çıkmıştı. Yıllardır çizdiğim sert adam profilini yok ediyordum. Duyduğum tek şey nefes alış verişiydi. Telefonu yüzüme kapatmasından korktuğum o anda ‘’Neredesin?’’ diye sordu. Tıpkı eski günlerimizdeki gibi, diye düşündüm. Konumumu söylediğimde telefonu yüzüme kapattı.
Bir süre sonra caddenin başından bu tarafa doğru yürüdüğünü gördüm. Hemen ayağa kalkıp buraya varmasını bekledim. Yanıma gelince bana göz ucuyla bakıp ‘’Beni takip et.’’ dedi ve demin çıktığım dar sokağa beni geri soktu. Sadece sessizlik içinde onu takip ettim. Ne yapması gerektiğini her zaman benden daha iyi bilirdi. Yolları hala unutmamıştı. Yıllardır buraya gelmediğinden adım gibi emindim. Beni kendi evimin önüne getirdiğinde kapıyı açmam için durup bekledi. Hiç konuşmuyorduk. Biraz şaşkın, kapıyı açtım. Sakin ve yavaş adımlarla içeri girdi. Oturma odasına girdiğimizde masaya yaslandı ve kollarını bağlayıp bana çatık kaşlarla bakmaya başladı. Ben ise bir yavru köpek misali çekingen bir şekilde eski koltuğun bir köşesine sinmiştim.
‘’Kader bizi yine bir araya getirdi.’’ Bu sözü üzerine kafamı yukarı aşağı sallamakla yetindim.
‘’Seni görmek istemediğimi defalarca söyledim. Defalarca…’’ Sesi hala sakindi. Derin bir nefes aldı. Gözleri ateş saçmaya başladı birden. Bu ev ona yıllar önceki olayları hatırlatmış olmalıydı. ‘’Sana küçükken verdiğim bir şey vardı. Saklamanı söylemiştim. Hatırlıyor musun?’’ Kafamı yukarı aşağı salladım ‘’Burada.’’ Koltuktan kalkıp odanın köşesindeki sandığa yöneldim. Sandığı karıştırmaya başladığımda dizlerimin üstüne çökmüştüm. ‘’Bunu bana verdiğin günü hatırlıyorum.’’ Dedim kendi kendime acıyla gülümseyerek. ‘’Her şey ne kadar farklıydı.’’ Aradığımı bulmuştum. ‘’Artık hiçbir önemi yok.’’ Bu dediği üzerine kaşlarımı çatarak kafamı çevirmeye yeltendim ‘’Ne-‘’ Kafama doğrulttuğu silahı görür görmez boğazım düğümlendi. Yavaş bir şekilde kafamı tekrar önüme çevirdim ve bunun gerçek olmamasını diledim. Hiçbir tepki veremiyordum. ‘’Sakın arkanı dönme. Acısız olacak. Elveda eski dostum.’’
Kulaklarımı sağır eden o sesin ardından keskin bir acı hissettim. Sesler, renkler, görüntüler… Her şey yavaş yavaş soluyordu. Artık her şey için çok geçti. Yavaşça dünyaya gözlerimi yumdum. Kaderimi kabullenmekten başka çarem yoktu.