Pelin ile Aysu çok iyi arkadaşlardı. İlkokuldan beri her şeyi birlikte yapar, her sorunu birlikte çözerlerdi. Pelin mutluysa, Aysu da mutlu olurdu. Aysu üzgünse, Pelin de üzgün olurdu. Bir yağışlı günde, Aysu ile Pelin durakta otobüs beklerken Pelin, Aysu’nun çantasında atıştırmalık arıyordu. Çantanın küçük gözünde katlanmış bir kağıt dikkatini çekti. Pelin çantanın içinden kağıdı aldı, açtı ve okumaya başladı. Pelin endişeli gözlerle kağıdın üzerinde yazanları okuyordu. Aysu Pelin’in yüzünün aldığı şekli garipsedi ve “Ne oldu? Bir sorun mu var?” diye sordu. Pelin, titrek sesiyle “B-bence bunu sen okumalısın.” dedi. Aysu irkildi ve Pelin’in elindeki kağıdı yüzüne bakarak aldı. Kağıt eline ulaşınca kaşları çatık bir şekilde kafasını kağıda doğru eğdi. Not, “Selam Aysu, ben annen. Biliyorum babanı sevmiyorsun ama baban kanserden ölmek üzere. Sana da büyük bir miktar para ve altın bıraktı. Aslında bu paraları ve altınları sen doğduğundan beri senin için biriktirmeye başlamıştı.” diye başlıyordu. Aysu’nun gözleri tek bir yerde takılı kalmıştı. “Baban kanserden ölmek üzere”. Bu cümle Aysu’nun bütün geçmişini gözünün önüne sermişti.
Aysu babası ile pek iletişimde olmadan büyümüştü. Babası çok yoğundu, hep bilgisayar başında akşamlarını geçirirdi. Aysu’ya hiç sormazdı nasılsın, okulda neler yapıyorsun, mutlu musun?… Sadece sınav sonuçlarına bakardı arada, o da kötü oldu mu kızar giderdi yanından. Şimdi babasından milyonlar kalmıştı ona ama sevinemiyordu. Boğazına düğümlenen hıçkırıklara engel olamıyordu. Pişmandı, daha çok zaman geçirmeliydi babasıyla, en azından öyle hissediyordu.
Notun okumaya devam etti. Babası o paraları gizli bir yere saklamış ve onun o parayı bulmasını çok istediğini söylüyordu annesi. Aysu’nun tek yapması gereken babasının verdiği adrese gitmekti. Fakat bunu tek başına yapamazdı. Tabii ki hayatı boyunca en yakın arkadaşı olan Pelin’i yanında götürecekti. Pelin bu maceraya zaten dünden hazırdı. Pelin ile Aysu ertesi gün çabucak yola çıktı. Babasının verdiği adres bir mağara idi. Pelin duraksadı ve “Bunu gerçekten yapacak yürek var mı bizde?” diye sordu. Aysu düşünmeden “Babam istediği için yapacağım, yapacağız.” dedi. Pelin bu cevaba ikna olmuş gibiydi ama kafasını sağa doğru yatırarak, derin bir nefes aldı. Nefesini verirken “Peki.” dedi ve önüne döndü. Zorlu bir yolculuk yapıp, nihayet mağaraya vardılar. Fenerlerini açıp mağaraya girdiler. İkisi de korkuyordu, ikisi de başlarına neler geleceğini kestiremiyorlardı. Fakat ikisi de arkadaşlıkları için her şeyi yapmaya, her zorluğu aşmaya hazırlardı.
Mağarada gezinirken Aysu’nun ayağına bir şey çarptı. Aysu yere doğru baktığında gözleri şaşkınlıktan fal taşı gibi açıldı. Aysu, “Pelin, sessizce ve yavaşça yere bakar mısın? Ben mi yanlış görüyorum yoksa ayağımın dibindeki bir altın bileklik mi?” diye sordu. Pelin feneri yere doğrulttu ve altın bileziğe baktı. “Yaklaşmış olmalıyız.” dedi Pelin. Kızlar duvarlarda ve yerlerde bir şifre aradıkları için hiç önlerine bakamamışlardı. Pelin feneri karşıya çevirdiğinde elini ağızına götürerek şaşkın bir nefes aldı. Aysu bu şaşkın sesin üzerine karşıya baktı ve Pelin ile aynı tepkiyi verdi. Hayatlarında hiç görmediği kadar para karşılarında duruyordu. Pelin “Bulduk!” diye bağırdı ve kolları havadayken Aysu’ya döndü. Gülümsemesi düştü ve “Bulduk.” dedi hevesiz bir sesle. Aysu hiç sevinmemiş gibi gözüküyordu. Pelin sorunca Aysu “Paraları toplayalım ve sonra gidelim, lütfen.” dedi ve Pelin’in yüzüne bile bakmadan arkasını döndü.
Aysu ile Pelin büyük bir ev aldı. Evde Aysu’nun annesi ve Pelin’in ebeveynleri kalıyordu. Mutlu mesut yaşadılar fakat Aysu’nun içindeki özlem ve suçluluk duygusu hiçbir zaman geçmedi.