Bir zamanlar ben küçükken arkadaşımla İstanbul’un deniz kenarlarındaki sokaklarında dolaşırdık. “Kim daha fazla midye yer, bakalım!” diye iddialaşırdık ve yenilen kazananın midyelerinin parasını öderdi. Aynı zamanda orada deniz kenarında para için sihirbazlık yapan kişileri görürdük ve bir gün ikimiz de “Keşke bende sihirbaz olsaydım!” dedik.
20 saniyelik bir boş bakışmadan sonra ben ona bakıp dedim ki “Neden olmasın? Çok güzel bir ikili olurduk!” dedim. Ama o “İkili mi? Yok sağ ol. Ben bir sihirbaz olsaydım tek olurdum. Bu sokakta 5 TL için kase koymazdım. Kendim bir sihirbazlık kulübü açardım belki, güzel olurdu!” dedi. Ben de ona karşılık olarak “Aslında dediğinden daha iyi bir şey buldum. Kendimi metal bir boyayla boyayıp heykel taklidi yapardım, veya ayna bir karenin üzerine oturup uçma taklidi yapardım.” dedim.
Yakındaki bir bakkaldan 2 tane soda alıp anneannemin evine gittik, salonuna oturduk ve düşünmeye başladık. Ne yaparsak hem eyleniriz, hem de para kazanırız? Anneannem ne yaptığımızı sorduğunda ona bu yaptığımız şeyi anlattık ve o da bize efsanevi bir fikir verdi:
-Ne yapıyorsunuz halının üzerinde tavana bakarak, yoruldunuz mu?
-Hayır anneanne, sihirbazlık yapmak istiyoruz, ama aklımıza fikir gelmedi.
-Ben lens takıyorum ama bir özel koleksiyonum var! Farklı desenli ve gözlerinin rengini her kırptığında değiştiren lenslerim var, onları ödünç alabilirsiniz!
Ve işe yaradı. İnsanlar bu gözlerimizin renk değiştirmesine hayran oldu. Arkadaşımla ben hatta gözlerimizden birbirimize renk verip almayı öğrendik ve İstanbul’daki ilk popüler sokak sihirbazları olduk!