Serin esen rüzgar, kıyıya vuran dalgaların sesi ve soğuk kumların ayaklarım altındaki hissi… Kuşlar denizin üstünde kanat çarpıyor birbirlerine sesleniyor ve bazen de dalgaların sertçe vurmadığı kayalardan bazılarına konuyorlardı. Ay gökyüzündeki yerini almıştı ancak gökyüzü hala açık bir gri tonuna sahipti. Güneş ne yüzüme gülümsüyor ne de sıcaklığıyla tenimi ısıtıyordu. Sahilde benden başka kimse yoktu, sessizlik içinde buzdan bir çöldeymişim hissiyle denizden sadece birkaç metre ötede oturuyordum.
Üstümdeki hırka beni yeterince sıcak tutamıyordu ancak bunun farkındalığıyla dertlenmek yerine önümdeki uçsuz bucaksız görünen denizi izlemeyi tercih ettim. Denizin kokusu genzimi yakıyor, gözlerimin dolmasına sebep oluyordu ancak derin nefesler almayı kesmedim. Üstümde hissettiğim yükü bir kenara yığmak özgürce sahilde koşmak istemişsem de etrafımda olmayan insanların soğukluğuyla sadece iç çekebildim. Görüşüm bulanıktı, nefes alışlarım canımı yakıyordu ve kendi bedenimde asla rahat hissedemiyordum. Aitlik hissi ile yanıp tutuşuyorken yine de bu yalnız sahilde oturmaya devam ettim.
Bir zamanlar bu sahile geldiğimde kulaklarımda çınlayan kahkahaları hatırlamaya çalıştım. Gözlerimi kapatıp birkaç yıl öncesinde şu anda oturduğum yerde oturduğumda gördüğüm resimi tekrar gözlerimin önüne getirmeyi denedim. Sıcacık güneş ile parıldayan kum taneleri, etrafta koşuşan küçük çocukları, büyük şemsiyeleriyle tatile gelmiş olan aileleri ve denizin sakinliğini hayal etmeye çalıştım. Nefes aldığımda ciğerlerime iğnelerin batmadığı, boğazımın düğümlenmediği ve tüm dünyaya karşı çığlık atıp ağlamak istemediğimi düşünmeyi denedim.
Ellerimin rüzgar ile daha da üşüdüğünün hissiyle gözlerimi tekrar açtığımda zaten hayallerimin bile bulanık olmasıyla gerçeklikle yüzleşmem çok zor olmamıştı. Deniz hala hırçınca kıyıya ve kayalara vuruyor, kuşlar hala acı acı bağırıyor ve ayaklarım bir umut soğuktan kaçınmak için kuma daha da batıyordu. Hırkamın kollarının uçlarını parmaklarımın donmasını önlemek için biraz daha çekiştirdirdim.
Arkamda kalmış olan şehir bile ışıklarını söndürmüştü, bomboş gözüküyordu. Apartmanların üstünde kare yıldızlarmış gibi duran pencerelerden gelen ışıklar yoktu, normalde yoğun taşıt trafiği yüzünden kulaklarıma ulaşan korna sesleri yoktu, insana dair hiçbir şey yoktu. Sanki dünyadaki herkes kaybolmuş ve ben bu sahilde birkaç martıyla yalnız kalmış gibi hissediyordum.
Birkaç saniyeliğine sağıma döndüğümde tanıdık bir insan silüeti gördüğümü sanıp heyecanlansam da bunun rüzgar ile yaprakları sallanan bir ağaç olduğunu anlayınca oturduğum yere bir daha kalkmamak üzerine tekrar oturdum. Yeni umutlar ve hayal kırıklıkları alıştığım şeylerdi ki bunu düşünmek bile ne kadar acınası bir durumda olduğumu fark etmemi sağladı. Kuma batmış telefonuma bir bakış attığımda saati kontrol etmek istemediğime, diğerlerinin bensiz ne kadar eğlendiklerini ve mutlu olduklarını görmeyi kaldıramayacağımı fark ederek önüme tekrar döndüm.
Hayat böyleydi kimisine, değil mi? Bazı bulanık güzel anılar, soğuk kum taneleri, cansız bir gökyüzü ve bıraktığı boş yeri dolu bulma duygusu… Hayat bazılarımıza bunlardan ibaretti. Yerimden kalkmak istemedim. Oturduğum yerde biraz daha üşümek, biraz daha boş yere umutlanmak ve hayal kırıklıklarıyla karşı karşıya gelmek istedim. Martıların acı seslerinin kulaklarıma dolmasını, denizin ağır tuzlu su kokusuyla başımın dönmesini ve ufuk çizgisinin gittikçe daha da imkansız gözükmesini istiyordum.