Sıradan Bir Kasım Sabahı

Fırça darbeleriyle kaplı, çatı katına özgü hafif bir eğimi olan tavanla göz kontağımı bozan şey vücudumu yalayıp geçen esinti oldu. Sıcağı, soğuğu, güneşi, yağmuru; hissetme ve düşünme eylemlerini sevdiğimden bir müddettir soğuk zeminde uzanmış düşünüyor oluşumu yadırgamıyordum. Gözlerimi on üç yaşında baştan sona sulu boyayla kapladığım tavanımdan ayırarak kollarıma çevirdim. Diken diken olmuş tüylerimi bir süre inceledikten sonra vücudumun bana verdiği biyolojik yönergeleri takip etmenin mantıklı olacağını düşünerek eklemlerimin kütürtü senfonisi eşliğinde ayağa kalktım.

Gnarls Barkley-Crazy’i fona alıp birkaç ay önce birkaç gün aralıkla duvarıma yazdığım (Duvarım hoşuma giden sözlerle kaplıydı.) dizeleri okumaya niyetlendim.

Gülüş bir yanaşımdır bir öbür bir kişiye;

Birden iki kişiyi döndürür bir kişiye..

Anılarından kale yapıp sığınsa bile,

Yetmez yalnız başına bir ömür bir kişiye, diyordu bu kasım sabahı Özdemir Asaf bana. Ufak ama kayda değer bir süre boyunca kursağımda kıpraşan umut kırıntıları hisseder gibi oldum. Nedendir bilinmez bu dizelerin ayrı bir yerleri vardı bende, her okuduğumda zamanda geriye birkaç adım atardım. Beynimin kısa bir an tatlı anıların oyuncağı olmasına izin verdikten sonra bu anıların saflığının yüzümde hüzün kokan bir tebessüm oluşturmasına engel olamadım. Kötü hatıraların zamanla kapanan yaralarını hatırlamak güldürebilse de güzel anıların bir daha asla aynı şekilde yaşanmayacak oluşunun gerçekliği yüzüme bir tokat gibi vurur, kederlenmeme sebep olurdu. Kimi zaman zamanın bu denli hızlı geçiyor oluşu henüz çok da büyük sayılmayan yaşıma rağmen içime başka hiçbir şeyin bana hissettiremediği bir korku salardı. Güzel anıların getirdiği tasa ise çoğunlukla hayatın devamlı olarak yeni anılar yaratmak için fırsatlar sunduğunu hatırlamamla dağılırdı.

Turuncu duvar üzerine lacivert suluboya ile yazılmış diğer satırları okudum: “Kendinden başka bir şeye ne kadar çok bağımlı olursan, o kadar az mutlu olursun. Mutluluk kendine yetebilmektir.”.

Bu dizeleri ilk okuduğumda ne kadar etkilendiysem yine o kadar etkileniyorum. Dünya üzerindeki 7.53 milyar insanın hepsine mutluluğun ne ifade ettiği sorulsa hepsinden farklı yanıt alınabilecek olsa da bu iki cümle bütün insanlık yerine mutluluğu özetliyor gibi geliyor bana. Bütün insanlığın peşinde koştuğu, üzerine tonlarca anlam yüklenip yüzlerce tanımı yapılan 8 harflik bir kavramın iki cümlede bu kadar güzel açıklanması ise ağzımda hoş bir tat bırakıyor.

Yan yana yazılmasalar kişinin aklını onlarca çelişki ile doldurma potansiyeline sahip olan bu iki alıntı, odamın turuncu duvarını lacivert gövdeleriyle kirletirken el eleydi, aklımı karıştırmaktan da bir o kadar uzaktı. Duvarıma geçirdiğim bu kelimelerin hamurunu satın almış olsam da hamuru kendim yoğurmuş ve onları anlamak istediğim doğrultuda şekillendirmiştim. Belki de içerisinde bulunduğum bu dört duvar da pek çok yavan şeye sempati duymaya sebebiyet veren “kişiselleştirme” yüzünden bana bu kadar sıcak geliyordu.

(Visited 104 times, 1 visits today)