Gözlerimi açtığımda gördüğüme inanamadım. Daha doğrusu gözlerimin açık olduğunu anlayamadım. Ellerim bağlı kollarım bağlı ağzım bağlı.. Bu zifiri karanlık odada duyduğum, anlam vermekte zorlandığım siren sesi… Neredeyim, burada ne işim var bilmiyorum. İşin garip yanı buraya nasıl geldiğimi veya beni buraya kimi getirdiğini de bilmiyorum. Zihnimi zorladığımda, aklımda canlanan tek şey; insanlardan ırak, sessiz, huzurlu, orman sayılabilecek kadar ağacın olduğu bir ortamda 4 arkadaşımla sırt sırta oturuyor olmamdı. Karanlıktan oldum olası korkmam yetmezmiş gibi, böyle bir durumda duyduğum siren sesini hiçe saymaya çalışarak, bana yardım edebileceğine inandığım bir şeyler hatırlamaya çalışmak neredeyse imkansız. Kafamın içindeki düşüncelerle boğuşmaya, kendime hakim olmaya çalışırken bacaklarımdan aşağı doğru akan sıvı, hissettiğim o ıslaklık duygularımı kontrol etmeyi bıraktığım son nokta oldu. Çok korkuyordum.
Hıçkıra hıçkıra ağlamaktan başka yapacak daha mantıklı bir fikrim yoktu. O yüzden ağlıyordum ve galiba göz yaşlarım kuruyana kadar ağlasam da korkum hiçbir zaman geçmeyecekti. Başımı aşağıya eğmiş, her şey yolundaymış gibi düşünmek için en sevdiğim şarkıyı söylemeye başladım içimden. Derken küçük bir aralıktan içeriye yayılan ışık, tüm dikkatimi üzerine çekmeyi başarmıştı. Kamaşan gözlerimi iyice açıp dikkatli baktığımda karşılaştığım manzara, ikinci kez şok geçirmemi sağladı. İrem, Taylan, Burcu ve Emre karşımda dikili duruyordu.
İlk başta beni kurtarmaya geldiklerini düşünerek içimden otuzuncu şükür duamı okuyordum ta ki Emre:“Bence biraz daha böyle kalsın sonra bakarız bir çaresine.“ diyene kadar. Taylan: “Saçmalama Emre.“ diyerek bir yandan ellerimdeki bağı çözmeye çalışıyor, diğer yandan da ağzımdaki bantı yavaşça çıkarıyordu. Konuşabilecek duruma geldiğimde, avazım çıktığı kadar bağırarak: “Ne yaptığınızı sanıyorsunuz?“ demem 4’ünün birden kulaklarını tıkamasına sebep olmuştu. Herhalde yaşanabilecek tüm kötü duyguların hepsini aynı anda yaşıyordum. Fakat sinir, korku ve nefret hakim basıyordu.
İrem, oldukça sakin bir şekilde sanki her şey normalmiş gibi gözlerimin içine bakarak: “Biz yanlışlıkla birini öldürdük.“ dedi. 4’ü de vereceğim tepkiyi merak ediyor olsa gerek, gözlerini bir an bile üstümden ayırmadılar. Dürüst olmak gerekirse şaşırmadım çünkü onlardan her şeyi beklerim. Konu adam öldürmek dahi olsa bile. Sadece benim bunla ne ilgim olduğu ve nasıl böyle bir işe kalkıştıklarını merak ediyordum. Göz yaşlarımı silerken elime gelen rimelimi aldırmadan “Nasıl yaptınız, sorun neydi?“ diye sordum. Hiç kimseden ses gelmeyince, Taylan: “Orası bizde kalsın.“ dedi. Artık daha da çok sinirlenmiştim. “Peki benim burada ne işim var ruh hastaları!“ diye bağırdığımda, Emre gülerek: “Bize yardım edebilecek tek kişi sensin.“ dedi. Taşlar yavaş yavaş yerine oturmaya başlamıştı. Son sınıf adli arkeoloji bölümü öğrencisiydim. Benden cesedi kanıtsız bir şekilde yok etmemi istiyorlardı. Ellerimi kullanarak ayaklarımdaki ipi çözdüm. Bu kadar oyun hepimiz için çok fazlaydı.
Tam ayağa kalkmaya yelteniyordum ki Burcu kolumdan tuttu. Yardım etmekten başka hiçbir çarem yoktu. Zaten bir cinayet işlenmiş, olan olmuştu. O yüzden olaylar daha fazla büyümeden kendimi kurtarmak en mantıklı çözüm yoluydu. Öbür türlü bu dar karanlık odada, aç susuz; elim kolum bağlı, bu ıslak ve kokan pantolunumla bırakın birkaç gün geçirmeyi, bir dakika dahi kalamazdım. Beni ele geçirmeyi başarmışlardı. Şu an tek istediğim buradan çıkmaktı. Daha sonra düşünüp bir karara varırız diye düşündüm. Malum artık ben de bir çeşit suç ortağıyım.
…
Taylan’ın bagajdan çıkardığı pizzaları yerken sanki her şey çok güzel gidiyormuş gibi cesedi gömsek mi yoksa denize mi atsak diye düşünüyorlardı. Giderek büyüyen tartışmaya ve yükselen seslere son vermek için yakacağız diye bağırdım. Evet, cesedi yakacaktık çünkü hem bulunduğumuz ortam müsaitti hem de geriye hiç kanıt bırakmamış olacaktık. İşin içinden sıyrılmanın en kolay yolu buydu. Bagajın içinden çıkardıkları ceset, hiç tanımadığım bir adama aitti. Uçsuz bucaksız, sessiz, durgun bir orman. Şu an işe koyulmanın tam zamanıydı. Adamı sardıkları beyaz kumaş parçasından çıkarırken hadi dercesine gözlerime baktılar. Ben sadece nasıl yapılması gerektiği konusunda fikir veririm, hiçbir şeye elimi sürmem diye uyardım en başından.
…
Aradan 1 saat geçti. Her şey başarıyla tamamlanmıştı. Geriye dönük tek bir saç teli yoktu etrafta. Evet, ben oldukça soğukkanlıydım çünkü hemen hemen her gün okuduğum bölüm gereği bu tür işlerle uğraşıyordum. Fakat diğerlerini anlamak güçtü. Sanki her gün bu tür şeyler yapıyorlarmışcasına sakindi hepsi. Bırakın ayaklarımın üstüne basmayı, gözlerimi açacak halim yoktu. Ortalığı son bir kez daha pür dikkat inceledikten sonra gitmeye karar verdik. İrem ve Burcu önden arabaya doğru gidiyordu.
Peşi sıra arkalarından yürürken, Taylan çevik bir hareketle kollarımı ve ağzımı tutmaya başladı. Peki bu sefer nedendi? İttirmeye, bağırmaya, olan gücümü kullanarak ona karşı koymaya çalıştım. Karşımda dikilen Emre, önce Pelin’in yanına gitmiş ve elinde tuttuğu şeyi almıştı. Sağ elinde sıkıca tuttuğu pembe, ince ama bir o kadar da keskin bir törpüydü. Emre ağır hareketlerle yanıma yaklaşırken, Taylan: “Hızlı ol! Tutmakta zorlanıyorum.” dedi. Gözlerimden akan yaşlara engel olamıyordum.
Tek yapabildiğim şey tüm gücümü kullanarak onlara karşı gelmekti fakat bunu başardığım pek söylenemezdi. Taylan, kulağıma doğru eğildi ve fısıldayarak: “Bize kanıt bırakmamamız gerektiğini sen söyledin fakat en büyük kanıt sensin. Bu olay gün yüzüne çıktığında da hala susacak mısın?“ dedi. Ardından Burcu : “Ayrıca hepimizin sende kurtulmak için mantıklı sebepleri var. Bir taşla iki kuş diyerek kikirdedi.“ “Mesela hepimiz senden nefret ediyoruz.” diye ekledi İrem. Hayır dermişcesine kafamı bir sağa bir solla sallıyordum. Artık her şey bitmişti. Emre törpüyü boynuma doğru sapladığında olağan gücümle haykırdım. Acıyla çıkan sesim üç dört kez yankılandı. Emre: “Şimdi ne yapacağız?“ diye sorduğunda; Taylan gülerek, “Ölmesini bekleyelim. Nasıl olsa birazdan onu da yakarız.“ dedi. Yerde acıyla inleyen ben ve etrafımda dizilmiş ölmemi bekleyen dört koca insan…