Bugün 16 Temmuz ve bu demek ki dün 18 yaşıma girdim. Doğum günlerimi çok sevmem, bana diğer günlerden farksız gelirler. Küçükken 18. yaş günümün çok eğlenceli geçeceğini çünkü özgürlüğüme kavuşacağımı düşünürdüm. Dünün diğer günlerden farklı olduğu kabul edebilirim ama kesinlikle eğlenceli değildi.
15 Temmuz sabahı… Çok yorgun bir şekilde uyandım, sanki üstüme çöken ağırlık ilerleyen saatlerde olacakların habercisiydi. Kahvaltıya oturdum ve annemin yaptığı krepleri birer birer yemeye başladım. Daha sonra odama gidip bir süre daha uyudum. Çok hoşuma giden bir rüya gördüğüm sırada yüzümde bir ıslaklık hissettim ve sıçrayarak uyandım. Gözümü açtığım gibi bir de ne göreyim? En yakın arkadaşım Eda başımda dikilmiş gülüyordu. “Seni kaçırmaya geldim! Haydi giyin de çıkalım.” dediğinde hatırladım bugünün hangi gün olduğunu. Eda arabasını tamamen yabancı bir yerlere doğru sürerken çok rahattım. Restorana vardığımızda gerçekten şok oldum. Bu kadar güzel bir yer tutmak için parayı nerden bulmuşlardı? İçeri girdiğimizde tüm arkadaşlarımı orda beni beklerken gördüm. Bir anda hepsi sarılınca bunaldığımı söyleyerek ittirmeye çalıştım ama içten içe çok mutluydum. Bir süre oturup sohbet ettikten sonra Eda beni çekip karaoke yapmaya götürdü. İki dakika sonra ise kendimi zıplaya zıplaya şarkı söylerken buldum. Yorucu ama eğlenceli bir zamanın ardından masamıza geri döndük ve sonunda pasta zamanı geldi. Doğum günü şarkısı eşliğinde pastam bana doğru geldi, herkes dileklerini diledi ve pastayı üfleme zamanı geldi. Tüm ışıklar kapalı olduğundan mumların loş ışığı göz alıyordu. İşte ne olduysa tam o an, ben mumları üflediğim sırada oldu.
Silah sesleri, çığlıklar, köpek sesleri, sirenler… Hepsi birbirine karıştı ve karnımda bir ağrı hissetmemle birlikte gözüm tamamen karardı. Gözümü açtığımda ne olduğunu hatırlamadığımdan bir süre tavanla bakıştım. Kapının ardından tanıdık bir ağlama sesi geldiği anda hastanede olduğumu fark ettim. Ağlama sesinin Eda’dan geldiğini anladığımda ise doğrulmaya çalıştım fakat belimden aşağısını hissetmiyordum. Yardım düğmesinden bir hemşire çağırdım ve Eda’yı içeri almalarını söyledim. Eda geldiğinde suratındaki değişiklik beni şaşırttı. Sanki yaşlanmıştı ama üzüntüsündendir diye yorumladım. Öyle uzun baktı ki bana bakışlarındaki hasreti gören yıllardır görüşmemişiz sanırdı. Sonunda kendini toplayıp derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı:
—Sen yokken olanları sana anlatamamak çok kötüydü. Asla uyanmayacaksın sandım.
Neler olduğunu anlayamamıştım ki konuşmasını sürdürdü:
—Altı yıl nasıl geçti tahmin bile edemezsin.
O cümleyi duyduğum anda zaman durdu.