Bir hayat düşünün, gerçekleşebilir her olay tahmin edilir derecede sıradan; insanların ağzından çıkacak her cümlenin öngörülebilir olduğu bir hayat. İşte dünyada böyle bir hayat yaşayan bir kız var. Bu şanssız kızın ismi Hera’ydı. Kıvırcık ve açık kumral olan saçları kulaklarını geçmiyor, çenesinin keskin hatlarını ortaya çıkarıyordu. Ancak saçları ne kadar parlasa da koyu kahverengi gözleri sanki insanın ruhunu delecekmiş gibi bakıyordu. Genellikle ifadesiz olan yüzü ile soluk kahverengi gözleri insanları ilk bakışta kaçırırdı ancak tam anlamıyla yalnız da değildi. Elbette birkaç tane sohbet ettiği kişi vardı ancak kimseyle içinden geldiği gibi konuşamıyordu çünkü insanları kırmaktan çok korkuyordu. İşte bu hikaye koskoca dünyada tek başına olan bir kızı anlatıyor.
***
Her sabah olduğu gibi alarmının monoton, sıkıcı sesiyle gözlerini araladı ve alarmının kendiliğinden durmasını bekledi. Bu sırada düşünceli gözlerle tavanı seyrediyordu ancak kafasının içi boştu. Alarmının durduğunu fark ettiğinde yataktan hızlıca doğruldu. Bu hareket başını döndürse de uykusunu açıyordu. Hazırlanıp evden çıktı. (Genelde hazırlanması yirmi dakikayı geçmezdi çünkü gereksiz şeylere vakit ayırmanın boşa enerji sarfetmek olduğunu düşünürdü.)
Okula metro ve otobüs aracılığıyla gidiyordu ve yol boyu müzik dinlerdi. Bu onu kısa süre de olsa sıkıcı hayattan soyutlayıp düşünceleriyle baş başa kalmasına yardım ederdi.
Okul binasına vardığını fark ettiğinde gerçeklik onu sanki yüzüne bir tokat yemiş gibi sarsmıştı. Sınıfına doğru yol alırken bir yandan da kendini toparlayıp hayatın gerçekliğine entegre etmeye çalışıyordu.
Sınıfa geldiğinde yerine geçip kitabını aldı ve okumaya başladı. Okuduğu kitabın adı ‘’Veronica Ölmek İstiyor’’du ve iki gün önce kitapçıda dolaşırken gözüne çarptığı için almıştı. Kitaba daha yeni başlamasına rağmen bitirmek üzereydi ve bunun en önemli sebebi kendini Veronica’yla bağdaştırıyordu.
İşte bunları düşünürken aniden zil sesiyle sıçradı. Saatine baktığında ilk dersin çoktan bitmiş olduğunu fark etti. İlk ders bitmiş miydi gerçekten ? Çevresine baktığında öğretmenin eşyalarını toplayıp gitmeye hazırlandığını gördü. Gerçekten de ilk ders bitmişti. Olayın şokunu atlatmaya çalışırken arkasında birinin nefesini hissetti.
Dicle.
Okula bir hafta önce başlamıştı ve takıntılı gibi Hera’yla konuşmaya çalışıyordu. Sınıfla kaynaşmışa benziyordu, ne de olsa sempatik ve yumuşak bir havası vardı ancak Hera ise bu durumdan pek de memnun değildi.
‘’Ne oldu ? Dalmış gibiydin derste.’’ Dedi Dicle. Gözlemci ve algısı açık bir kızdı ancak susmayı bilmiyordu.
‘’Düşünüyordum.’’ Dedi Hera. Konuşmayı sürdürmek için hiçbir çaba harcamıyordu, aksine sessizliğin keyfini çıkarmak istiyordu.
Dicle bunu anlamıştı ancak pek de umursamıyor gibiydi. O sırada gözü masasının üzerindeki kitaba ilişti.
‘’Bu kitabı ben de okumuştum ve şimdi düşününce ana karakterle çok benziyorsunuz.’’
Ne ? Bu kızla ilk defa bir hafta önce tanışmışlardı ve karşılıklı fazla diyalogları olduğunu da sanmıyordu. Sonuçta konuşmaları tek taraflı sürüyordu. O zaman bu kız nasıl böyle bir yorum yapabildi ? Dışardan gördüğünde Veronika gibi bir insan olduğunu mu düşündü yoksa konuşma başlatmaya mı çalışıyordu?
Bu konunun dikkatini çektiğini fark eden Dicle’nin yüzünde ufak bir tebessüm belirdi ve bu fırsatı değerlendirmek adına ‘’Kantinde oturup kitap hakkında tartışmayı çok isterim’’ dedi. Başta gitmek istemedi ancak bunun Dicle’yi daha yakından tanımak için bir fırsat olduğunu fark edince kabul etti.
Kantine doğru giderken derin bir sessizlik hakimdi. Sanki Dicle açacak konu bulamıyordu, Hera ise bu durumdan gayet memnundu. Ancak sessizlik uzun sürmedi.
Aniden Dicle ‘’Bir adım daha atma!’’ diyerek Hera’nın omzundan tuttu. Yere baktığındaysa bir sakız olduğunu gördü Hera. Dicle’nin bu ani hareketi Hera’yı korkutmuş olsa da sanırım bir teşekkürü hak ediyordu.
‘’Teşekkürler.’’ dedi Hera.
‘’Bişey değil.’’ Dedi Dicle ve ekledi:
‘’Okulun yerlerinde sakız olması ne kadar da acınası bir durum. İnsanların bunu herhangi bir amaç doğrultusunda yaptığını sanmıyorum ama düşünmeden yapmatıkları da su götürmez bir gerçek. Keşke herkes biraz da olsa kendinden başkalarının olduğunu düşünebilse.’’
Hmm… Dicle’nin bu yorumu aslında çok hoşuna gitmişti. Belki de Hera’nın sıkıcı hayatına biraz renk katardı.