“Kurabiye, gel buraya oğlum! Hadi, koş!” Kurabiye, yaşıtlarına göre oldukça küçük boyutlu, sevimli bir siyam kedisiydi. Minik patilerini ahşap zemine sürte sürte, ağır hareketlerle yanıma geldiğinde gülümsedim. Oldukça tembeldi. Tembel dediğime bakmayın sakın, yeri geldiğinde perdelere ve yüksek raflara tırmanmayı iyi bilen bir kedidir. Mama kabına marketten daha yeni almış olduğum taze kedi mamasını dökerken karşımdaki deri koltuğun yan yüzeyindeki pençe izlerine gözüm kaydı. “Yine mi parçaladın oğlum? Yeter artık!” diye kendi kendime söylendiğim sırada Kurabiye hiç aldırış etmeden mamasını yemeye başladı.
Deri koltuk üzerinde biraz inceleme yapıp başka çizik var mı diye bakındım. Bu sırada tanıdık bir koltukçunun numarasını telefon rehberimde arıyordum. Tam numarayı tuşlayacağım sırada gizli bir numaradan gelen mesaj dikkatimi dağıttı. Merakıma yenik düşüp mesajı açtım. Okuduğum şeye inanamıyordum! Mesajda aynen şunlar yazıyordu:“Bu gece vereceğim adrese gel. Yoksa Kurabiye’yi bir daha göremezsin.” Bu bir tür şaka mıydı? Hangi kalpsiz böyle bir şaka yapabilirdi?
Hissettiğim tarifsiz korku tüm vücudumu çevrelemeye başlamıştı. Dehşet içinde Kurabiye’ye baktım. Sakin ve umursamazca mamasını yiyordu. Onu burada ve güvende görünce için bir nebze olsun rahatlamıştı. Şimdi ise bu mesajın kimden, nereden geldiği gizemini çözmeliydim. Polisi aramayı düşünsem de henüz gerekli olmadığını düşünüp bu fikirden çabucak vazgeçtim. Arkadaşlarımdan biri bir şaka yapıyor olabilir miydi? Hayır, hayır hiç sanmam! Kimden gelmişti bu mesaj? Sanırım bulmanın tek yolu geri mesaj atmaktı. Titrek parmaklarımı klavyede hareket ettirmeye başladım: “Sen de kimsin?”
Saatlerce cevap gelmesini bekledim ancak hiçbir şey yoktu. Ne bir geri dönüt ne bir çağrı… Tam umudu kesmeye başladığım an telefon ekranımın ışığı yandı. Gizli numaradan bir yeni mesaj daha gelmişti. Heyecanla telefonun kilidini açıp mesajlarıma girdim. “Adresi birazdan atacağım. Hazır olsan iyi edersin.” Kim olduğuna dair hiçbir şey yoktu. Sinirle telefona bakakaldıktan sonra yakın arkadaşlarımdan birini arama kararı aldım.
“Alo Serdar, Merhaba.”
“Merhaba Can. Hayırdır, sesin hararetli geliyor?”
“Benim bir süre bi yere gitmem gerekecek. Gelip Kurabiye’ye bakar mısın benim için?”
“Kurabiye’ye mi? Birkaç saat kendi başına evde kalamaz mı ya?”
“Kalamaz! Gel diyorsak gel işte.”
Serdar biraz daha homurdandı ancak sonunda teklifimi kabul etti. Ben de onun gelmesini beklerken odama gittim ve dışarı çıkmak üzere hazırlandım. Kapı çalındığında hemen kapıya koştum. Serdar gelmişti.
Telefonuma gelen mesaj ile birlikte yerimden sıçradım! Hemen mesajı açıp belirtilen adrese gitmek üzere evden çıktım. Serdar’ı da gözünü Kurabiye’den ayırmasın diye tembihledim. Bana anlamsız bakışlar atan Serdar’a hiçbir şey açıklamadan evden çıktım. Kurabiye için ne gerekiyorsa yapmaya hazırdım. Ondan önceki kedim amansız bir hastalık sonucu öldüğünden beri Kurabiye’ye daha da özenli ve şefkatli bakıyordum.
Verilen adrese varmama sadece birkaç dakika kalmıştı. Bu civarlarda oturan bir arkadaşım olduğundan bu mahalleleri iyi tanıyordum. Arabayla dik bir yokuş çıktıktan sonra verilen adrese varmıştım. Etrafı şöyle bir kolaçan ettikten sonra arabadan inip karşımdaki binaya doğru ilerledim. Tam da arkadaşımın binası önünde duruyordum! Kalbim hızla atarken gözlerim apartman kapısına odaklanmıştı. Her an birinin çıkıp bana saldıracağına dair korkunç bir his vardı içimde. Kafamı biraz yukarı kaldırıp tek tek balkonları incelemeye başladığımda bir de ne göreyim? Üçüncü kat balkonunda asılı duran beyaz bir pankart, üstünde de “Şakalandın Serdar!” yazıyor.
Bir süre boyunca tepki vermeden öylece durdum. Üçüncü kat arkadaşımın eviydi ve onun böyle kalpsiz bir şaka yapabileceğini düşünmezdim. Bir hışımla telefonumu çıkarıp şakayı yapan arkadaşımı aramaya hazırlanıyordum ki Serdar’dan iki cevapsız arama olduğunu gördüm. Kurabiye’ye bir şey mi olmuştu? Kötü düşünceler birden kafamı sarınca hemen Serdar’ı geri aradım.
Serdar bana Kurabiye’nin durmadan kustuğunu, git gide yürümekte zorlandığını ve kuvvetle muhtemel hastalanmaya başladığını söyledi. O an her şeyi unutup hemen arabaya atladım. Korkuyla eve doğru sürerken aklımda bin bir düşünce vardı. “Acaba mamasının tarihi mi geçmişti?” “Acaba ben evde yokken yememesi gereken bir şey mi yedi?” Bu tarz negatif düşünceler beynimi meşgul ederken hızlı bir şekilde eve vardığımı fark ettim.
Arabayı park edip apartmandan içeri koştum ve ikinci kata gelene kadar merdivenleri üçer beşer çıkıyordum. Anahtarı cebimde ararken olanları düşünmekten kendini alıkoyamıyordum. Kapıyı açtığımda ise daha büyük bir sürpriz! Kendi evimde tanımadığım birden fazla yüz…
“İyi ki doğdun Can!” diye klasik doğum günü şarkısını söylemeye başlayan, kimi arkadaşım kimi tanımadığım insanlar olan arkadaş grubuna şaşkınlıkla baktım. Bugün doğum günüm olduğunu tamamen unutmuş olmamı bir kenara bırak, Kurabiye’nin derdine düşmekten karşımdaki görüntüye anlam bile verememiştim!
Suratımdaki şaşkınlık Kurabiye’nin aheste aheste bana yürüyüp bacağıma sürtünmesi ile son buldu. Kurabiye’yi kucağıma aldığımda arkadaşlarım şarkıyı söylemeyi bitirmiş, benden bir tepki bekliyordu. Bir süre gözlerine tepki vermeden baktım. Hepsinin gülümsemesi yavaşça solmaya başladığında kendimi tutamayıp güldüm. “Çok kötüsünüz!” diye bağırdığımda onlar da benimle birlikte gülmeye başlamıştı.
Her ne kadar bana az kalsın kalp krizi geçirtmiş olsalar da asla unutmayacağımız güzel bir anı edinmiştik. Kurabiye ve arkadaşlarıma hayatımda oldukları için bir kez daha teşekkür ettim.
(Visited 84 times, 1 visits today)