Etkilenmiştim, hem de çok. Hatta ve hatta bu etkinin beni bu günlere getirebileceğini hiç bilmiyordum. Sekiz yaşındaydım babam beni ilk tiyatroya götürdüğünde. Çocuk tiyatrosuydu ilk gittiğim tiyatro. Mavi renk, örgülü saçlı kızı hala hatırlarım. Gülmekten gözümden bir damla yaş süzülmüş, karnıma ağrılar girmişti. O an zamanın durmasını istediğim nadir anlardandı. Büyüdükçe sadece yetişkinlerin gittiği tiyatrolara gitmiyordum, tiyatro metinleri de okumaya başlamıştım. Shakespeare’in eserlerini kaç kez okuduğumu bile hatırlamıyorum. Geçerdim aynanın karşısına, bir gün Romeo olurdum, bir gün Juliet. Büyüdüğünde ne olacaksın diye sorduklarında ise, “Oyuncu olacağım”, derdim. Ailem bile inanmazdı bu sözlerime, gülerlerdi sadece. Zaten lisede oyunculuğumu ilerletmek için bir kursa yazılmak istediğimde de karşı çıkmışlardı bu düşünceme.
Lisede arkadaşlarım üniversite sınavına hazırlanırken ben ailemden gizli konservatuvara hazırlanmaya çalışıyordum. Sınavlarına da gizli girmiştim zaten. İlk söylediğimde pek iyi karşılamamışlardı ama kazandığımı söyleyince izin vermişlerdi. Üniversitede bu bölüme girince aslında tiyatroyla ilgili bildiklerimin hepsinin doğru olmadığı, bildiğim şeylerin ise tiyatronun çok az bir kısmı olduğunu öğrenmiştim. Her geçen gün kendime yeni şeyler katarak daha da profesyonel oluyordum. Çünkü takmıştım kafaya, oyuncu olacaktım. Zaten dereceyle de bitirmiştim bölümümü.
İlk görev aldığım oyunu asla unutmam. Çünkü benim için hiç ama hiç güzel değildi o gün. Haftalar öncesinden ezberlediğim, provalarda bir kelime bile unutmadığım, rolümü sanki ben oyum, o da benmiş gibi oynadığım oyunun sözleri ben sahneye çıktığımda bir kısmı aklımdan silinivermişti. Oyun başlamadan önceki anı hatırlıyorum. Sahne arkasında yakın arkadaşlarım, beni sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Heyecanımı durdurmak mümkün değildi. İnsanlarla kaplı sahnenin ortasında olmak hep en istediğim şey olmuş olsa da istemsizce olarak titrememi engelleyemiyordum.
Benim sahnem geldiğinde ise durmak bilmeyen heyecanımla çıkmıştım insanların karşısına. Işıklar o kadar fazlaydı ki, insanların oturduğu koltukları karanlık kaplamıştı, gözüken hiçbir şey yoktu. Her şey mükemmeldi, hatta birkaç kez alkışlanmıştım da. Ta ki sözümü unutana kadar. Sonlara da yaklaşmıştı halbuki ama bir anda uçuvermişti aklımdaki sözler. İşte o an salon sessizliğe büründü, bütün bakışlar üzerimdeydi. Alkış sesleri gitmişti bir anda. Çok belliydi sözleri unuttuğum, herkes anlamıştı. Yaklaşık beş saniyelik sessizliğin ardından yanımdaki arkadaşım oyunu devam ettirip, oyunu kurtarmaya çalıştı. Ama sözümü unuttuğum çok belli olmuştu o an. Oyun başladığında ne kadar heyecanlı olsam da oyun bittiğinde kendime bir o kadar da sinirliydim. Zaten o andan sonra bir daha hiçbir oyunda en ufak bir hata dahi yapmamıştım. Her yeni bir oyunda da kendime hem yeni şeyler katıyor, hem de yeni şeyler öğreniyordum.
O anlardan bu anlara kadar da yüzün üzerinde oyunda yer almıştım. İnsanlar tarafından bilinen bir oyuncuydum. Mesleğime aşık biri olarak kendimi çok ilerletmiştim. “Oyuncu olacağım”, dediğimde gülen insanlar, şimdi gizliden hayranlardı bana. Sadece sahne karşısında değildim artık. Genç oyuncular da yetiştiriyordum. Bu zamana kadar öğrendiklerimi, tiyatroyu nasıl sevdiğimi, yaptığım hatalardan nasıl sonuçlar çıkardığımı ve sonucunda neler yaptığımı artık yeni sanatçılara aktarıyordum. Çünkü ilk oyunumda nasıl hata yapsam da şu anda saygın bir oyuncuydum ve hata yapmak başarısız olmak için bir neden olmadığı, başarılı olmanın o işi ne kadar çok severek ve tutkuyla yaptığımıza bağlı olarak oluştuğunu gösteriyordum.