Sevdiğin Kadar Sevilirsin

  “Kalbinin attığı kadar canlısın” ama aldığın nefes kadar mı yaşarsın? “Sevdiğin kadar sevileceksin” peki ama önce kimi sevmelisin? Gülebildiğin kadar mutluysan eğer, mutlu olmanın önündeki tek engel sen değil misindir?

Canlı olmak ve yaşamak… Aslında aynı gibi düşünülen ama birbirine çok zıt kavramlardır. Canlı değilsen yaşayamazsın ama sen yaşamazken de canlı kabul edilebilirsin. Çünkü aslına yaşamak; hayatı, duyguları ve deneyimlenen her şeyi hissedebilmektir. Yaşama kavramının aradan çekildiği durumlarda kendimizi yukarıdan izliyormuş gibi hissederiz. Çünkü içinde bulunduğumuz o anın farkına varamayız. Her ne kadar o sırada bir şeyler gerçekleştiğini bilsek de bir türlü anda kalamayız. İşte bu tür durumlarda işlemde sadece canlılık vardır ve bu yüzden de sonuç yaşanmışlıklar açısından sıfır gelir. Gerçekten yaşanmış bir hayat, içinde bulunduğun zamanı hissetmekten geçer. Biz insanlar kendimizi, her günü başa sarıp tekrar yaşamak için kodlamışız. Bu döngünün içinde, sahip olduğumuz kısıtlı zamanı olabilecek belki de en kötü şekilde harcıyoruz ve yavaş yavaş hayati fonksiyonlara sahip tek tip robotlara dönüşüyor bunu da yaşamak olarak adlandırıyoruz.

  Önce kimi sevmeliyiz, sorusunun yanıtını bence hepimiz biliyoruz. Fakat sevmenin ne demek olduğunu tam olarak anlayamadığımız için aynı zamanda hem egoist hem de kendini değersiz gören insanların olduğu bir toplum yapısına sahibiz. Sevmek; saygı duymaktır, ilk hatasında gözden çıkarmak değil onunla doğruyu bulmaktır, kendini özel ve değerli kılmak böylece de karşı taraftaki insanların seni olduğun şekilde kabul edip o şekilde davranmasını sağlamaktır. İşte bu tanımdaki eylemlerle kendimizi, herkesten önce kendimizi, sevebilirsek şayet işte o zaman diğer insanları da sevebilir ve onlardan da beklediğimiz sevgiyi görebiliriz. Tam da bu yüzden kendini sevdiğin kadar sevilir, kendine duyduğun saygı kadar da saygınlığa sahip olursun.  

  Gülebildiğimiz, hissedebildiğimiz ve hissettirebildiğimiz kadarsa mutluluk, her şey ne kadar tersine gitse de bir tebessümüne bakar güneşin tekrar doğması. Esen rüzgardan, okuduğumuz kitaptan, yediğimiz tatlıdan zevk alıp o anın tadını çıkartabiliyorsak eğer işte o zaman gerçek mutluluğu kavrayabilmişiz demektir. Bir söz vardır, “ Dün tarih oldu, yarın ise bilmece ama bugün sana hediyedir.” Eğer bizler, sunulan bu hediyenin farkına şimdi varamaz ve cevabını yaşamadan öğrenemeyeceğimiz bu bilmecenin peşine koşarsak şu anda avucumuzun içinde olan bu hediye çok yakında tarih olacaktır. Bu yüzden şu anda neye sahipsek, neye bakıyorsak, ne ile meşgulsek onunla mutlu olmayı öğrenmeliyiz. Tam da bu farkındalığa sahip olduktan sonra “Gülebildiğin kadar mutlusun” cümlesinin gerçekten ne demek istediğini anlayabiliriz.

  Aslında her şey nasıl yaşamalıyız cevabında saklı. Sevmeliyiz ki sevilelim, gülmeliyiz ki güldürebilelim, değer bilmeliyiz ki değer görelim… Ne demiş Can Yücel, “ İşte budur hayat, işte budur yaşamak. Bunu hatırladığın kadar yaşarsın. Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün.”

 

 

 

 

(Visited 133 times, 1 visits today)