Sessiz Gelen Yıkılış

2010 yılından hatıralarımı yokladığımda aklıma gelen ilk olay babamın ölümüdür. Yakalandığı hastalık, şansına nadiren görülen ve tedavisi olmayan bir hastalıktı. Yani anlayacağınız kimse yardım etmek için ne yapılması gerektiğini bilmiyordu. Kendini bildi bileli aileden saydığı tek kişi babası olan 2010 beni bu durumu pek iyi kaldıramamıştı elbette ki. Sonbahar mevsimini hiç sevememişimdir zaten, babamın sevdiği tek mevsim olduğu içindir belki de bana veda etmek için o zamanı seçişi…

Kalabalık bir soyağacına sahip olmamıza rağmen, zamanında ne ben ne de babam akrabalarımızla içli dışlı olmuştuk. Aslında şöyle bir bakınca, ailemizde kimse kimseyi sevmezdi, eminim hala aynıdır. Teyzelerim ve halalarım aile büyüklerinden para dilenerek geçirirlerdi günlerini. Kocaları yılın her gününü ayda bir kere aldıkları, daha üretime sunulmadan sipariş ettikleri spor arabalarla birbirlerini kızdırmaya çalışırdı. Kuzenlerim ise her gün biraz daha onların kopyaları olma yolunda ilerlerdi. Şahsi düşünceme göre az önce betimlediğim koca ailemde yüreği temiz olan tek insanlar babam ve büyükannemdi. (Kendimi bile saymıyorum çünkü küçükken ben de bakkaldan çaldığım çikolatalar ve manav önünden aşırdığım leziz elmalarla ün salmış bir afacandım.)

Büyükannem 70 yaşında, saçlarına düşmüş nadir ak taneleriyle 50 gibi gösteren güzel bir kadındır. Hala yaşıyor olması ailenin bazı üyelerinin miras kavgası hırslarını dizginliyor olması demekti, ne kadar büyükannem her bu konu açıldığında mirasın bana ve abime kalacağını söylese de. Abim benden 2 yaş büyük, altın saçları ve yeşil gözleriyle beni evlatlık gibi gösteren bir lise öğrencisi. Kendileri yeri gelince yaşına göre sevecen ve gayet olgun olabilirken konu küçük kardeşiyle uğraşmak ve onun canını sıkmak olunca elinden geleni asla ama asla ardına koymaz. Huyları bazen ne kadar rahatsız etse de ondan asla şikayetçi olmadım, olamam, olmam. En zor zamanlarınızda sizin yanınızda olan birinden ne kadar şikayetçi olabilirsiniz ki?

Babamın ölümüne dönersek, 2010 yılı Ekim ayı, 30 gün çeken uğursuz ayın 13’ü… Şaşırmamam gerektiğini bildiğim halde babamın cenazesine aile üyelerinin her birinin yüzünü görmek beni afallatmıştı. Meğer gerçekten önemseniyormuş babam. Sakin ve olması gerektiği gibi sessiz geçen bir cenazenin ortasında, papazın sözlerine dalmış yere bakan gözlerim kulağıma ilişen sese doğru dönmüştü. Tabii ki arkada en büyü teyzem ile annem kavga etmiyordu, bu sadece bir illüzyon olmalıydı. Ama değildi. Yanlarına gitmek istedim, onları durdurmak istedim ama sanki bir güç beni olduğum yere yapıştırmıştı. Göğsümün sıkıştığını hissettim, ciğerlerime can veren oksijen benden korkup uzaklaşıyordu sanki. Bacaklarımın titrediğini hissettiğimde dizlerimin üstüne düşmüştüm, bedenime kitlenmiş kollarıma dehşetle bakıyordum. Gözlerimin karardığını hissettim. Sonra bir mucize oldu, bir el usulca omzuma dokundu. Abimin sıcak ve güç veren eli, her şeyi değiştirmişti…

(Visited 64 times, 1 visits today)