Uzun bir günün ardından eve vardığımda evde de, aynı dışarıda olduğu gibi, hiç bir şeyin yolunda gitmeyeceğini biliyordum. Yaşamadığım rezillik kalmamış gibi bir de evde yiyecek bir şeylerin kalmamış olması gerçekten hoş değildi. Bu saatte de hiç bir yerin açık olmayacağını bildiğimden sadece kaderimi kabullenip yatağa atlamam pek de zaman almadı. Sıkıntılı bir nefes aldım. Aldığım her nefes boğazımda düğümlenip kalıyordu sanki. Geri nefes vermesi güç geliyordu insana. Tükendiğimi kabullenemiyordum işte, yorgun olduğumu kabulleniversem bunun ezikliği altında kalamayacağımı bildiğimden gönlüm elvermiyordu bu gerçeği sonunda görmeye. Aslında bu yüzden başıma gelmiyor muydu her şey? Uzun çalışma saatlerinin acımasız yoğunluğunun beni ne kadar bıktırdığını kendime anlatamadığımdan rezil etmiyor muydum aslında kendimi? Etrafımdaki her şeyi kontrol etmeye çalışmak, her şeyin düzgün ve tertipli çalıştığından emin olmaya çalışmak ve kimsenin üstlenmeye cesaret edemediği sorumlulukları üstüme almaktan tükendiğimi içten içe aslında gayet de iyi biliyordum. Bilmeme rağmen kabullenemiyordum sadece. Kimsenin sandığı kadar kolay bir iş değildi mükemmeliyetçi olmak. Takıntılarımla başa çıkmak ve insanları tatmin etmek asla kolay bir iş değildi ve olmayacaktı da.
Bunları bilmemin ağırlığı da yüreğime oturmuşken daha fazla düşünmek istemedim. Fazla düşündüğümde ne olduğunun farkındaydım, o yüzden aklımın bir köşesine geri ittim bu düşünceleri, bir zaman belki çıkarıp yeniden kafa yorarım üzerine diye. Telefonumu elime alıp gelen mesajları geçiştirdikten sonra kafamı yastığa koydum, başka düşüncelere dalma yolunda. Tam da başımı rahat bir pozisyona sokmuşken şiddetli, tiz bir kahkaha işittim. Çok zorlama geliyordu sesi, ama bir yandan da -kahkahanın tiz tonundan olsa gerek- insanın içini ürpertiyordu. Sadece düşündüğüm şey olmamasını umuyordum, daha yeni yeni vazgeçtiğim alışkanlığımı tekrardan geri getirecek o şey olmamasını umuyordum.
Geçmişime şöyle bir göz atınca, elbette ki, “Verdiğim en iyi kararmış.” demeden geçemiyordum ancak en iyi karar olması bunun en sağlam karar olduğunun göstergesi değildi. Beni ölümden döndürecek kadar zararlı ve bir yandan da tüm yorgunluğumu bastıracak kadar tatlı olan bu alışkanlığın izlerini ebediyen taşıyacaktım ve hepsi de bu lanet sesin suçuydu. Belki de en başta masumane bir öneri gibi gözüktüğünden hoşuma gitmişti. Sonuçta, sadece bir çizgiydi, değil mi?
Hayır elbette, bu sadece bir çizgi değildi. Bu hiçbir şeyle başa çıkamayan türden aptalların hayatını sonlandırma yolunda edinebilecekleri ağır alışkanlıklardan birinin başlangıcıydı. Bunu da her şeyin en başından beri biliyordum, anlıyordum ancak sadece göz ardı ediyordum. Çünkü bir aptal olduğumu kabullenmek istemiyordum. Neredeydi herkesin zekasına hayran kaldığı, başarılarıyla herkesi gururlandıran masum kız? O kız bir aptala dönmüş olamazdı. Dönmüş olsa bile hiç bir zaman bunu kendine yedirebilecek kadar da güçlü değildi, olamayacaktı da.
Bu düşünceler aklımı biraz daha baskılarken yatakta doğruldum. Bu iş böyle olmayacaktı. Yine her zaman olduğu gibi, bu işle kendim ilgilenmeden bu sorun çözülmeyecekti. Bu kahkahanın susması gerekiyordu. İstediği şeyi de ona vermeden susmayacağının farkında olduğumdan hızlıca yataktan kalktım. Başım ağrımıyormuş gibi bir de başım dönmeye başlayınca duvara tutunarak yolu bulmaya çalışıyordum. Bu acınası halimden utanıyordum. Bağımlılıklarımı aşamadığım için kendimden nefret ediyordum. Hiçbir şey asla yolunda gitmiyordu ve bunların hepsi benim suçumdu. LANET OLSUN HEPSİ SENİN HATAN SENİ APTAL-
Düşüncelerim yarıda kesildi. Çünkü kendini feda eden yine bendim. Her şeyde olduğu gibi bunda da kendimden vermem bu sefer sorun değildi, çünkü bu sefer her şeyi mahveden ve beni rezil eden o ses susmuştu. Kararımdan dönmüştüm ve bunun sonuçları acı olacaktı, lakin her ne olursa olsun, artık işleri yoluna sokabilirdim.