Seni Görüyorum

Telefonun tiz melodisiyle sıçradım yatağımdan. Haftanın yorgunluğunu güzel alınmış bir uyku ve yatakta dönerek geçirilen bir pazar günü ile çıkarma planlarım bu sesle beraber suya düşmüştü. Aslında umursamayıp tatlı uykuma kaldığım yerden devam edebilirdim ama merak duygum ve beni uyanık gören köpeğim Lila’nın yürüyüşe çıkmak için çıkardığı sesler buna engel oldu. Yatakta doğruldum, yavaşça kalktım. Terliklerimi bulamayınca somurtarak ayaklarımı taş zemine bastım. Salona gelince dün gece açık unuttuğum televizyona gözümün dalmasıyla ne köpeğim Lilayı ne hala çalmakta olan telefonu düşündüm ve televizyonun karşısına oturdum. Sabah haberleri vardı. Demek ki sabah erken bir saatti.

Hep böyle olmaz mıydı? Erken kalkmamız gereken hafta içi asla erken kalkamayıp hafta sonu birden uyanmaz mıydık? Bu düşünceleri kafamdan savuştururken hala çalmakta olan telefonun sesi ilişti kulağıma. Telefon antredeydi. Bu yüzden oraya gitmek bana dağlar aşmak kadar zor gelse de yavaş adımlarla telefona ilerlemeye başladım. Elimi uzatmamla telefonun sesinin kesilmesi bir oldu. Hali hazırda sabahın köründe güzel uykumdan uyanmış olmamın gerginliği üzerimdeyken bu duruma belki normal bir insanın sinirleneceğinden daha çok sinirlendim. O kadar gelmiştim ve telefon şimdi mi susmuştu? Uzun süreli söylenmelerim beni acıktırmış olacak ki mutfağa doğru ilerledim. Tezgahın üzerinden bir elma alıp dişledim. Elmalarım da dökülen son yapraklar gibi çürümeye yüz tutmuş çaresizce bekliyordu. Telefonun yeniden çalmasıyla şaşırdım. Beni kimse aramazdı pazar sabahları. Bu sefer kaçırmak istemeyip hızlıca telefona koştum ve açmayı başardım. Soluk soluğa oluşumu umursamadan karşı tarafı duymaya çalıştım lakin karşı taraftan sadece bir hırıltı ve “Seni görüyorum” diye fısıltı geldi. Biraz ürkmüştüm. Hemencecik telefonu kapatıp etrafıma bakındım.  Ne saçma bir telefon şakasıydı bu. Etrafımda cam bile yoktu ama insan yalnız yaşayınca bunu kontrol etmeden emin olamıyordu işte. Lila’yı yeniden ayaklarımın dibinde görünce bu sefer onu görmezden gelemedim ve tasmasını aramaya başladım. Tasmasını sonunda bulduğumda zaten peşimden ayrılmayan Lila’ya tasmasını nazikçe taktım. Aldığım bu garip telefonu unutmak, aslında evimde birinin beni izlediğini düşünmek beni korkuttuğu, için kapıyı açıp çıkarmadığım pijamalarımın altına çabucak kapımın önündeki terliklerimi giydim ve kendimi dışarı attım.

Lila ile bize vuran güneşe başımızı çevirdik. Kendi bahçemden çıkarken sokağın köşesinde birisini gördüğümü hissettim ama paranoyaklaştığımı düşünerek o tarafa doğru bakmadım bile. Lila beni ileri doğru çekiştirirken kafamda sadece o telefon görüşmesini döndürdüm. Boş boş yere bakınarak onun beni çekiştirmesine izin verdim ama sürekli izleniyor gibi hissetmekten de kendimi alıkoyamıyordum. Etrafıma bir an için baktığımda bu sokakları hiç tanımadığımı hissettim. Biraz telaşa kapılarak ensemi kaşıdım. Etrafıma yeniden baktım. Biri vardı ama beynim inanamıyor, kalbim yeni kabuğundan çıkmış bir kuş gibi çırpınıyordu. Lila da gerilemişti, anlamıştım ama ikimiz de geri dönmüyorduk. Geri dönmek de yanlış geliyordu kuş yavruma. Telefonda duyduğum hırıltıyı duyunca büsbütün tüylerim diken diken oldu. Başıma bunların geleceğini bilseydim o telefonu hiç açmazdım. Dudaklarımı ısırarak Lila’nın tasmasını sıkı sıkı tuttum. Hırıltılar artarken ensemde bir nefes hissettim. “Seni görüyorum” diye fısıldadı. Korkarak arkamı döndüğümde onu gördüm. Dağınık yüzünde çarpık bir gülümseme vardı sadece.

(Visited 44 times, 1 visits today)