Çok tuhaftı, ağlayamadım. Ama ruhum paramparça olmuştu. O kadar yoğun bir duyguydu ki hissettiğim. Vücudum bile nasıl tepki vereceğini şaşırmıştı. Ağlayamıyordum, bağıramıyordum, korkamıyordum. Öylece donup kalmıştım. Önce elimdeki mektuba sonra titreyen ellerime baktım. Mektuptaki cümleleri yavaşça ve dikkatlice tekrar okudum. Gözlerim kağıdın bir köşesine takıldı.
“Beni çok bekleme olur mu? Hayatını yaşamaya devam et. Arkamdan da çok ağlama. Ağladığını yukarıdan görürsem ben daha çok üzülürüm. Hem şehitler ölmez değil mi? Ölmemiş birinin arkasından ağlayamazsın.”
Önümdeki gözü yaşlı askerin eline mektubu tutuşturdum.
-Hayır o ölmedi, hayır…
Evet üsteğmen Sarp Yücesoy ölmemişti ama benim kocam Sarp ölmüştü.
Kapıdaki asker uzun bir tereddütten sonra konuştu:
-İpek Hanım…
-Hayır, sus konuşma bu yalan mektubunu da al git. Sarp ölmedi o görevdeydi, d-daha dün konuştuk.
Asker beni dinlemedi.
-Çok üzgünüm ama Üsteğmen Sarp Yücesoy dün akşam karakol baskınında şehit düştü. Bu mektubu bir dostu olarak size vermemi bizzat istedi.
Asker ona verdiğim mektubu ve Türk bayrağını bana geri verdi ve başka bir şey söylemeden apartmandan çıktı.
Bacaklarım beni daha fazla taşıyamadı ve yere çöktüm. Mektubu ve kırmızı beyaz Türk bayrağını bağrıma bastım. Artık uğrunda canımı vereceğim bayrağımın kırmızılarında eşimin kanı da vardı. Kulaklarım uğulduyordu. Çok uzaklardan açık olan televizyonun sesini duydum.
-Bu arada Kuzey Irak’ta 5 askerimiz şehit olmuş. Milletimizin başı sağolsun.
Eskiden sadece 45 saniye der sinirlenirdi annem. Bir canı 45 saniyeye sığdırdılar. İnsan canı bu kadar mı değersiz diye yakınırdı.
5 can 5 saniye, isimleri bile söylenmeden. Ve sonra magazin haberleri…
Gerçekten bu kadar değersiz miydi? Cümle arasında ha bu arada böyle de bir şey olmuş neyse devam edelim denecek kadar önemsiz miydi? Benzettikleri gibi sadece bir çuval etten mi ibarettik? Ama şehit ailelerinin gönüllerinde açtıkları yaraları bilmeden kolaydı konuşmak. Çünkü hangi oyuncunun kimle sevgili olduğuna öğrenmek vatan uğruna feda edilen 5 candan daha önemliydi.
Kapının önünde bir elimde Türk bayrağı diğer elimde canımdan çok sevdiğimin bana yazdığı mektup öylece yerde oturuyordum. Aklımdan ışık hızında düşünceler geçiyor, televizyondan kulağıma uzaktan anlamsız sesler geliyordu.
Ve ben ağlayamıyordum. Tek bir damla gözyaşı süzülmüyordu yanaklarımdan. Belki Sarp’ın yazdığı mektup yüzündendi, ağlarsam üzülür diye kendimi tutuyordum. Göz pınarlarımdan akamayan yaşlar içime akıyordu.
Elimdeki katlanmış mektubu canını yakmaktan korkarcasına dokunarak tekrar açtım. Gözlerim bir paragrafa takıldı.
“Geçen sana okuduğum bir kitaptan bahsetmiştim, Amok Koşucusu, orada çok beğendiğim bir söz var “Belki de insan her şeyi içine atmaktan boğuluyor zamanla.” Sen öyle yapma olur mu? Bu acını başkalarıyla paylaş sakın yalnız kalma.”
Üzgünüm Sarp ama ben nefes alamıyorum, ben boğuluyorum…